Aşağıdaki yazıyı 24 Mart 2014’te yazmışım. İkinci defa baba olmakla ilgili yazdığım ilk yazı denebilir. Kendime ya da birine değil de bir dergide yayımlanmak için yazmıştım, olabilemedi teknik sorunlardan, bir süre sonra da zamanı geldiğinde babaolmak.com’da yayınlarım diye saklamıştım. Şimdi sanırım tam zamanı. 6,5 ay sonraya ışınlanmış gibiyim okuyunca da 6,5 ay önceye ışınlanmış gibi oluyorum galiba.
Baştan Baba Olmak
Neresinden başlayayım bilmiyorum ki. Yazasım var. Ama nereye bilemiyorum. Ve kime. Kendime mi, herkese mi yoksa sadece o’na mı? Üstelik üzerimde bir baskı da var. Çünkü daha önce yapılmışı, yazılmışı var. Üstelik de çok güzel anlatanların, çok güzel yazanların yazdıkları var. Hatta öyle ya; benim de yazdıklarım var. Kaygı var. İlki gibi olur mu diye inim inim inleyen bir kaygı var bir yerlerde üstelik yalnız da değil; pek çok başka kaygıyla birlikte. Öyle ki tüm hepsi bir olunca bazen ben, kendimi duyamaz oluyorum.
Başa alalım. Bir yerden başlayalım. Burada yazmayı kendim istedim. Aslında yazacaklarımın ya da aklımdakileri aktaracağım şeyin bir teslim tarihi olması hep çok can sıkıcı. Öyle ki kimse karışmasa her gün bir şeyler yazabilecekken işin içine bir teslim tarihi girince; bu tarihi kendi kendime ben koymuş olsam bile işin tadı kaçıyor. Ya da bazen aklımdakileri aktarmayı çok geciktirince, yazılar kafamda bir iki tur yazılıp da istediğim hale geldiğinde; kağıda aktaramadığımda yine iş tatsızlaşıyor. Ben o yazıyı kafamda yazıp bitirmiş oluyorum. Keşke düşündüklerin kayıt altına alınıp da çıktısı alınabiliyor olsa.
Ben bir babayım. Yazmayı seven ama vakit bulamayan bir baba. Yazamadıkça daha da yazamaz olan bir babayım. Bu aralar işler biraz karışık benim için. Çözülemez karışıklıkta değil elbet. Ama çözülmesi vakit olacak karışıklıkta. Zaten beni bu sefer yazmaya iten de bu. Bu karışıklığın çözüm aşamalarını hakkını vererek yazmak lazım bu sefer. (Evet, son yıllarda değişiklik karışıklıklar geçirdim, hep istesem de istediğim gibi yazmayı beceremedim) Bu sefer yazmak istiyorum çünkü sadece karışıklık olduğu için değil, tüm bu süreç pek çok heyecana gebe olduğu için de yazmak, kayıt altına almak lazım. Daha önce de yaptığım gibi, tadını çıkarmak için yazmam lazım.
Sadece tadını çıkarmak için değil; baş etmek için de yazmak lazım. Rahatlamak için, eğlenebilmek hatta biraz ileri gidip dalga geçebilmek için yazmak lazım. Belki de kimse okumayacakmış gibi rahat olabilmek lazım. Önünde sonunda; evet, yazmak lazım.
Karikatür açıklama adamları gibi ne çok açıklama yazdım değil mi? Üstelik pek çoğu da okuyanı değil yazanı hedef alıyor. Bakıyorum da 2190 vuruş olmuş, yazıya girişememişim Öyle ya tam yazıya girişeceğim ve yerim bitecek.
Ben bir babayım. Her baba gibi dünyanın en güzel çocuğuna sahibim. Mümkün olsaydı banka formlarının meslek hanesine “baba” yazacak kadar mutluyum çocuğumun babası olmaktan. Onu koyduğum yer ise öyle yüksek ki yetişmek için bazen tabureye çıkmak zorunda kaldığım doğrudur. Son üç yıldır çocuğumun annesinden ayrı yaşayan bir babayım, bir ev arkadaşım var, her gün işe değil ilkokula gidiyor.
Bense her gün okula değil işe gidiyorum ve son bir aydır her gün aynı şeyi düşünmekle meşgulüm: Sahip olduğum çocuk sayısı -üstelik özel bir planlama yapmadan- yüzde yüz oranında artacak bu yıl. Kız arkadaşım dokuz haftalık hamile. Tam yedi ay sonra iki çocuk babası oluyorum. Aslında şu anda da iki çocuk babasıyım. Biri dışarda, diğeri içerde. Biri 25 kilo civarında diğeri ise şu an bir erik boyutunda.
Yazının burasında şöyle bir kendimi yokladığımda yazacak ne çok şeyim olduğunu gördüm bir kere daha. Öte yandan da aslında yazının en heyecanlı yerini çoktan yazdığımı… Bir ilk yazı için galiba çok diyecek bir şeyim kalmadı. Daha ne diyeyim ki… Haftanın yarısını çocuğumla diğer yarısını da bir başıma yaşamaktan son derece memnunken, yalnızlığımın bir miktarını kız arkadaşımla, birazcığını da kendimle doldurmaktan çok mutluyken… Bir daha evlenmek ve çocuk yapmak konusunda boyumdan büyük laflar ederken içimden…
Şu anda hafta sayıyorum. Daha önceki doğum tecrübesinde iPhone diye bir şey yokken, AppStore diye bir mağazanın sadece hayali kurulurken ve sadece kitaplardan ve tek tük internet sitelerinden gebelik takvimleri takip edilirken şimdi artık onlarca uygulama arasından seçim yapmaya çalışıyorum. Yıllar öncesinde kalıp bir kısmını hiç hatırlamadığım hamilelik bilgilerin hatırlamaya çalışıyorum. Ve daha önce olduğu gibi aylık doktor kontrollerini değil, sonbahardaki o günü iple çekiyorum.
Bir yandan da anlık panikler yaşıyorum. Öyle ya, daha eski eşimden resmi olarak boşanmış bile değilim. Bir yandan avukat, dilekçe, mahkeme o işlerle uğraşıyorum. Bir yandan evlenmeden ve hatta aynı evde bile yaşamadan bir çocuk nasıl yapılır; yapılır mı, onu anlamaya çalışıyorum. Ah; kendi anne babam daha kız arkadaşımla tanışmıyorlar bile. Öte yandan halihazırda elimde yapılmışı var bir tane onu nasıl hazır etmek lazım bu konuya onu düşünürken bir yandan da günlük rutin hayatı sürdürmeye çalışıyorum. 2014’ün ilk aylarının gündemi malum. Düşünmekten kafam patlamasın diye de bazen hiç düşünmemeyi deniyorum. Öyle zamanlarda kendimi bıraktığım tek yer de aynı yer aslında, baba olduğum yer; çocuğumun dizinin dibine sığınıyorum. Sadece o ve ben oluyoruz.
Neresinden başlayacağımı biliyorum. Yazasım var. Ve yazıyorum. Nereye mi yazıyorum? Bulduğum her yere. Kağıtlara, eskiden alınmış yeni bir deftere. Bloglara, bu yazıyı okuduğunuz yere. Kendime mi, herkese, mevcut bir numaraya ve yolda olan ikinciye. Üzerimdeki baskı kadar da heyecan ve sevinç var. Çünkü daha önce yapılmışı, yazılmışı var. Ben yaptım, ben yazdım. Hem de takdire şayan şekilde. Kaygı kadar güven de var. İçimdeki hisler var, iyi hissettiren güzel hisler. Herkes için iyi ve güzel olacağına dair hisler. Öyle ki tüm hepsi bir olunca bazen ben öyle güçlü oluyorum ki; bu ne ki, daha sayfalar yazarım, günler geceler boyu, yazarım.
24 Mart 2014 – İstanbul