Ağız tadıyla bir “yılın ilk yazısı” yazmakla istediğimden bir çok şeyi askıya almış bekliyorum. Ama bir yandan da ayın 8’i oldu, nerdeyse 9’u olacak bir türlü o istediğim “rahat” vakti bulup da istediklerimi yazamadım. şimdi bir uyanıklık yapıp bu yazıyı yazdıktan sonra 1 ocak 2009 tarihiyle kaydedeceğim. Ki aslında o günden beri her gün için 1-2 yazı yazacak kadar konu da var yazılacaklar listemde…
Kızım… Kuşum… Tatlım… İlk kez bir yılı bitirdin… İkinci yılbaşını geçirmiş olsan da baştan sona ilk kez bir yılı yaşadın. Biraz anladın biraz anlamadın… 18 aylık, 1.5 yaşında bir çocuk oldun… 2008’in özellikle ikinci yarısını gayet “bilinçli” geçirdin… Bu sene emekledin, yürüdün, konuşmaya başladın, her konuşulanı anlar, her derdini anlatabilir oldun. Biberonla beslenirken kaşıkla, üstelik bizimle aynı yemeklerle beslenmeye başladın, ardından eline kaşığı aldığında kendi kendine yemek yer oldun. (Üstüne de biraz obur oldun – babana benzedin)
Denize girdin, arkadaşlar edindin, gülmeyi, sevmeyi öğrendin… İstediğini yaptırmayı, gerekirse inat etmeyi, kızmayı öğrendin… Kendi aramızda konuşurken bundan rahatsız olduğunu belli ettin, ilgi istedin, sen de konuşmaya dahil olmadığın sürece konuşmamızı engelleyebileceğii gösterdin.
Arabada babayla yalnız yolculuk yapmakla kalmayıp “yol arkadaşlığı” yaptın, yol boyu sohbet ettin, gününün nasıl geçtiğini anlatmaya başladın, bir sürü aşı oldun, neredeyse hiç ağlamadın. En uykusuz veya en ateşli zamanlarında bile büyük arızalar çıkarmadın, en fazla her zamankinden daha sessiz ve durgun oldun. Dereceden korkmamayı hatta kendi kendine ateşini ölçmeyi öğrendin, elektronik derecenin sesini taklit etmeye başladın.
Ateşli geçirdiğin üç günün ardından aynı şekilde baban da 40 derece ateşlendiğinde onun üç gün önce ıslatıp senin başına tülbent koyması gibi sen de onun başına ıslak havlular getirdin, yatakta yanına tırmanıp içtiği çorbaya ekmek doğradın, üstüne bir de yataktan inip babanın ayaklarına terlik giydirmeye çalışıp “üşümesinnnn,üşümesinnn” dedin, babanın gözlerinin (yine) dolmasına sebep oldun…
Mama sandalyende kağıt ve kalemlerle boğuşmaya başladın, hınzırlıklar yapmayı, hınzırlık yaparken fark edilince kaçmayı hatta saklanmayı öğrendin. Kafan görünmediğinde veya sen bizi görmediğinde biz de seni göremiyoruz sandın (hala öyle) sık sık saklanıp bize sürprizler yapmaya başladın. Senden uzakta olduğumuzda ne zaman aklımıza gelirsen gülümsememize sebep oldun…
Masanın altına yetişmeyen boyun artık masayı geçti, bunun sonucunda masanın üstünde gördüklerine uzanır alır oldun, güvenlik önlemleri arttırılmaya başlandı. Sokak kapımızı açabilmeye başladın, ilk bir iki seferde bizim gözetimimizde dışarı bile kaçıp üst kata çıkmaya çalıştın. Adını öğrendin, bizim adlarımızı öğrendin, arada kullanmaya başladın… (Bu aralar baba demeyi de bıraktın “babişko” der oldun… “Sen kimin kızısın?” dedndiğinde “babişkonunnnn” dediğin için belki de eskiden sinir olsa da büyük keyif almaya başladı baban “babişko”dan )
Telefonu öğrendin, telefonla konuşulabildiğini fark ettin, televizyon konusunda hala kafan biraz karışık. (Biz de genelde sadece müzikli akvaryum gibi kullandığımız için olsa gerek) Bilgisayarı babanın “iş” için kullandığını öğrendin, ne zaman babanı bilgisayar başında görsen “işşş yapıyor” dedin, uzak durdun. Nerdeyse her gece annenin veya babanın elini tutarak uyudun çektiğimizde “elinnnn, elinnn” dedin; kendi yatağında ve el tutulmadan uyuma girişimlerinde hem senin inadın kazandı. Sen istediğide, sabaha karşı tam da istediğin gibi aramıza gelip uyudun. Kendi yatağında saatlerce debelenirken kafan bizim yatağa değdiği anda uyuduğun geceler oldu.
İlk cezalarını aldın, odana, yatağına yollandığın oldu. (Hoparlörün üstüne basıp televizyon sehpasına tırmanıp televizyonun yanına oturup ekrandaki balıkları yakalamaya çalışmaman gerektiğini öğrendin -Â ya da biz öyle sanıyoruz)
Salıncağı, kaydırağı öğrendin; hastası oldun. Gündüzleri biz olmadan geçirmeye başladın, bizim geleceğimiz saatleri bilmeye, gözün kapıda beklemeye başladın, baban geciktiğinde “baba geç kaldı” dedin. Kapıda hangimizi görürsen gör yüzünde güller açtı, koşarak bacaklarımıza sarıldın, günün tüm yorgunluğunu, sıkıntısını, stresini unutturdun, sabahları ise ayrılırken nerdeyse hiç problem çıkartmadın “camdan… camdan…” diyerek sadece el sallamakla yetindin.
Tanıdık veya yabancı herkesle çok barışık oldun, hep gülümsedin, çok kolay mutlu oldun, kolay kolay ağlamadın, ağladığında hep bir sebebi oldu, yanaklarından yuvarlanan yaşların her biri babanın içini acıttı, gözlerinin bu kadar kolay dolmasına kendisi bile şaşırır oldu.
Her sarılışın, başını omzuna her koyuşun babanı deli etti. (Ki sen galiba bunu fark etmeye de başladın) Ama her sıkıntında, canın acıdığında, korktuğunda eğer yakınındaysa anneyi tercih ettin, baban içinden her seferinde (hani babacı oluyordu kız çocukları diye geçirdiyse de 3-4 yıl daha sabretmesi gerekti söylendi – şimdilik beklemede) (Bu arada kıskandığı da sanılmasın)
Sayfalara, bloglara sığmayacak kadar çok şey öğrendin… Keşfettin, farkına vardın, kaptın, kullandın. Öğrendiğin, söylediğin, yaptığın her yeni şey bizi herşeyden çok heyecanlandırdı, heyecanlandırmaya devam ediyor. (Sanırım kaç yıl geçerse geçsin aynı şekilde de devam edecek)
2008’i bizim için inanılmaz bir yıl yaptın, fark et veya etme bundan sonrakileri de yapacaksın… Kızım… Kuşum… Tatlım… İlk kez bir koca yılı bitirdin…