Uzun bir gece ve daha da uzun bir günün hikayesi bu. Hatta bir haftalık öncesi de girecek işin içine ki tüm hikae daha net değerlendirilebilsin… Başlayalım bakalım…
Tam bir hafta önce kızımızın bakıcısı tatile çıktı bir haftalığına, tüm ayarlarımızı da güzelce yaptık. Çarşambe Perşembe anneanne gelecek, cuma – cumartesi – pazar ufak bir kaçamak için Adana – Mersin sıcaklarına vuracağız kendimizi, sonraki pazartesi salı da babaanne bakacak Z’ye… İlk iki gün biz evde yokken bir takım gerilimler yaşanmış anneanne ile: “Sevmiyorum seni… Sen git… İzmit’e git… Ben evde yalnız kalayım” türü… Uzun süreli ağlamalar (Salondaki yemek masasının altındaki sandalyelerin altına oturarak falan..)
Hafta sonu neredeyse sorunsuz geçti. Neredeyse diyorum çünkü “seferi” iken ister istemez uyku saatleri değişiyor, yemek saatleri kayıyor, geceleri yalnız değil bizimle yatıyor; kısacası düzeni karman çorman oluyor. Gezmenin, dnize girmenin filan heyecanıyla öğlen uyumadığı, bunu herhangi bir aralıkta telafi de edemediğinden akşamüstü saatlerinde konuşmasından yürüyüşüne her şeyinin değiştiği oluyor. (Sonuçlardan biri, anne-babanın tek yaptığı şey peşinden koşmak olmaya başlıyor) Uzatmayayım, “veletle seyahat” konusunu ayrı bir konu olarak ele almam daha iyi olabilir…
Bütün bu düzen değişikliğinin ve hareketli haftanın ardından pazartesi günü de evde değil babanne ile birlikte gezmekle geçti, üstelik de gayet uyumlu ve sakin şekilde. Zaten ne olduysa pazartesiyi salıya bağlayan gece oldu…
Saat 00.00’ı biraz geçmişti ki Z’nin ağlamasıyla uyandım (kırk yılın başı erkenden yatmıştım) Normalde o saatlerde uyanıp düşürdüğü emziğini filan arıyor Z. bulamazsa da alarm veriyor. Emziği bulunca ve tekrar eli tutulunca 1-2 dakika içinde sakinleşiyor ve uykusuna devam ediyor. Olaya o sırada uyanık olan Deniz müdehale etmiş olsa da bu ağlama olayı yaklaşık 30-35 dakika sürdü. Ağlamak demek de yanlış olur; “kriz” diyelim… Eşim, bu krizi “içine cin kaçmış gibiydi” diyerek anıyor bu aralar. (İçine cin kaçmış kimseyi ikimiz de görmedik şimdiye kadar… Yani, sanırım ) Z. dakikalarca sesinin çıktığı kadar, kriz halinde ağladı. Verdiğimiz emziği de genelde var gücüyle sağa sola atmaktaydı. “Ne istiyorsun?”, “Bir yerin mi acıyor?” “Ağrın mı var?” “Emziğin bak burada” “Süt içer misin?” “Bizimle yata mısın?” “Kendi yatağında mı yatarsın?” “Elini tutalım…” gibi soru ve önerilerimize olumsuz yanıtlar verdi genelde…. Bu sırada genel olarak annesinin kucağından da inmek istemedi… Bir ara artık yatağın kenarında çaresiz bir şekilde oturuyorduk ki böğürmekten yorulan böceğimiz bizim yatağın tam ortasında pili bitmek suretiyle uykuya daldı, biz de iki yanına “sıkıştık”
Sabah, eşim işe gitmeyip bugün evde kalayım, eski düzenini sağlayayım diyerek evde kaldı. Hafta sonu gideceğimiz 24.ay kontrolünü arayıp öne çektik. Sabahtan hem Alev Hanım’ı görürüz, hem bu ağlama krizini sorarız hem de kontrolü ve aşısını (Hepatit A) aradan çıkarmış oluruz dedik.
İşte upuzun bir gün böyle başladı. Doktor kontrolünden sonra karşıya geçeceğim için motorla yola koyulup doktora vardığımda eşimin otoparkta ufak bir kaza yaptığını, o yüzden gelemediğini öğrenip doktor randevumuzu değiştirip eve geri döndüm, tutanaktı, sigortaydı, fotoğraftı filan işlerinden sonra tek arabayla doktora gittik…
Doktor kontrolümüzde herşeyin sorunsuz ve normal olduğunu öğrendik; kiloda değişiklik yok: 13 kg, boy 1,5 santim uzamayla 89,5 cm. İnanılmaz uslu bir muayene geçti. Z yatmış halde Alev Hanım stetoskopla göğsünü dinlerken pırıl pırıl gözler ve kocaman bir gülümsemeyle doktorunun yüzüne bakıyordu… Ağlama olayının çok düşük bir ihtimalle yeni çıkmakta olan azı dişler olabileceğini öğrendik, yine çok az bir ihtimalle idrar yollarında bir enfeksiyon olabileceğini (bunun için idrar tahlili) ya da 2 yaş civarında çocukların kabus görebildikleri ve öyle bir şey olacağını anlattı. Kabuslar sonrasında uyanıp dakikalarca sbit bir noktaya bakrak ağladıklarını tepki ve dış dünyya yanıt vermeyebildiklerini anlattğında bu alternatifi de eledik çünkü Z. bizim tüm sorularımıza olumsuz da olsa yanıtlar veriyor, yardımcı olmaya çalıştıkça daha da sinirleniyordu.
Aşımızı da olduktan sonra eve dönüş yolunda yine arabada yarım yamalak uyudu ve düzen müzen yine düzelememiş oldu. Benim evde olmadığım öğleden sonra neler olduğunu şöyle özetleyebilirim: Eve geldiğimde evin tüm odalarına ayrı bombalar atılmış gibiydi. Eşim bir koltuğun ucunda “pısmış” şekilde oturuyor, evin içinde bir canavar ordan oraya koşuyordu… Bir süre sonra ben de şaşkınlıkla eşimin yanına oturdum ve bir süre izledik Z’yi… Akşam 21.30 civarında Z. sonunda uyuduğunda ikimiz de bitmiş haldeydik. (Bu arada şu anda yazamadığım o kadar çok şey oldu ki, “cenım ne yapmış ki, bir şey de yapmamış” demeyin…
şimdi, umuyoruz ki tüm bunların sebebi düzeninin bozulmuş olması, bakıcısını özlemiş olması, uykusunu iyi alamamış olması filan olsun. Bir süredir kendisindeki bir takım değişiklikleri ilişkilendirdiğimiz “terrible two” “korkunç iki” “iki yaş sendromu” gerçekte böyle bir şeyse… Gerçekten hepimiz yandık… :)