Anında yazamıyor olmaktan ötürü o kadar çok söz, o kadar çok anı uçup gidiyor ki… Bazen “keşke” diyorum, şu eskiden yayınlana BBG evi filan gibi olsa da Z ile hayatımız bazı parçaları kamera kayıtlarından edinebilmek mümkün olsa…
Anında yazamıyor olmaktan ötürü o kadar çok söz, o kadar çok anı uçup gidiyor ki… Bazen “keşke” diyorum, şu eskiden yayınlana BBG evi filan gibi olsa da Z ile hayatımız bazı parçaları kamera kayıtlarından edinebilmek mümkün olsa…
Tüm babalara açık olsa da “konuk yazarlar” kategorisi neredeyse hiç yazı gelmiyor… (Ama bir iki hain planım var elbette…)
Ama şimdi tam burada elimde özel bir yazı var; az önce kaleme alınmış ve Facebook’tan ualştrılmış durumda bana… Yayımlama kararı bana bırakıldığından ben de arkadaşımın yazısını, noktasına virgülüne dokunmadan yayımlıyorum. (Yazıda sözü geçen “dönem” ait fotograflara şu linkten ulaşılabilir…)
Gördüğüm her şeyden çok farklıydı. Hiçbir filmde ya da tiyatro da göremezdiniz öyle bir sahneyi. En iyi senaristlerin kaleminden de yazılamazdı böylesi, en başarılı yönetmenlerin elinden de çıkamazdı. Kalabalık bir sahnenin iki kişisiydi gördüklerim. Broadway’de bir müzikal sahnesinde dev spotların gösterdiği iki kişi kadar fark edilir ve parlaktılar. Onlar hiç bilmedi ama hayatımda büyük değişikliklere sebep oldular. Açık olacağım; öyle büyük dönüm noktaları yaşamadım hayatta, her şey fazla kolay gerçekleşti. Çaba harcamadan. Arada kontrolümü kaybetmem bundandır belki. Ama bu iki insan içimdeki çok şeyi değiştirdi. Hiçbir zaman basmakalıp tanımının dışında göremediğim “aşk”’ın ne anlama geldiğini gösterdiler bana. Bir kelimeyi büyük puntolarda görmek gibiydi herhangi bir metnin içinden.
Askerlik yaptığım sırada tanıştığım bir adamla kızıydı gördüğüm. Hafta sonları ziyarete geliyordu küçük kız ve annesi. İki haftadır ayrıydı babasından minik Z. İlk sarılmalarını kendi bakış açımdan anlatabileceğimi sanmıyorum ama acı bir hardaldan bir kaşık almak gibiydi. Tadını ilk aldığında hiçbir şey olmaz hani, birkaç saniye içinde “DAN” diye beynine vurur adamın. İşte öyleydi. İlk gördüğümde normal bir baba kız sarılması gibi gözüküyordu ama ancak gerçekten görmek isterseniz görebileceğiniz bir şey vardı aralarında. Tarifsiz. Bir insanı başka bir insana öyle bakarken görebileceğimi sanmıyorum bir daha. Orada ağlarken herkes yanımda duran kız arkadaşıma kavuştuğum için ağladığımı sanıyordu beklide. Ama ben bu iki insanın arasındaki aşka ağlamıştım. Gerçekten aşktı bu. Hem de herhangi bir sözlükte bulamayacağınız bir tanımıyla duruyordu karşımda. Minik Z.’den gözlerimi ayırabildiğimde kız arkadaşıma baktım ve sarıldım O’na. Evleneceğim kadının o olmadığını biliyordum o zamandan. Ama küçük Z. Ve babasını izlemek herhangi bir kadına evlenme teklifi ettirebilirdi bana o sırada. Daha çok sarıldım sevgilime. Çünkü, kadınlara ve aileye bakış açımı altüst etmişti bu biri büyük diğeri oldukça küçük iki insan. Sadece iki haftadır tanıyordum küçük Z.’nin babasını ama gurur duymuştum böyle bir arkadaşa sahip olduğum için. Adam gibi bir adam. Adam gibi bir baba.
İyi ki varsınız Özgür ve küçük Z.. Her şeyi değiştirdiniz. Bana asla unutmayacağım şeyler gösterdiğiniz için çok mutluyum. Hep alkışlansın bu sahne. Hiç kapanmasın bu perde. Var olun.
Kutay Yorulmaz – KD71
Eline sağlık Kutay; tam öğle yemeği saatinde, yutkunamaz hale getirdin beni…
Bu anlatacağım hikayecik bir önceki anekdotun arkasından gerçekleşiyor; oldukça düşündürücü de bir olay. Her aklıma geldiğinde çok eğlenmekle beraber üzülüyorum da, biraz da hep birlikte ders çıkarmak adına atlamadan yazmak istememin sebebi bu…
O pazar akşamı Z., annesinin kucağında uyur halde eve çıkarken ben de sitenin otoparkında yer bulamayıp site dışına park ettim arabayı. Bir çok çanta, torbalar, ceketler, fotoğraf makinesi, Z’nin oyuncakları derken ellerim kollarım her zamanki gibi doldu. Üstüne inat edip Z’nin bagajdaki bisikletini de bir şekilde yüklendim…
Bisiklet önemli. Z’den 6 ay büyük kankası Ada’nın bisikleti artık ona ufak geldiğinden kendisine el koyduk. Cumartesi el koyuşumuzun ardından çok fazla binmeye fırsat bulunamadığından Pazar günü arabanın bagajına aldık ki bir park mark yürüyüş durumu olursa Z. de bisiklete binsin. Ama mümkün olmadı. Bu sebeple, Pazartesi bisikleti aklına geldiğinde sitenin dışında arabayı aramasınlar diye bisikleti sitenin içine sokup diğer çocukların bisikletlerinin bulunduğu bisiklet parkının yanına bıraktım.
Ertesi sabah ben motorla, servisi kaçıran anne de arabayla işe gittik. Gün içinde bir telefon konuşmasında annemiz bisikleti hala bagajda sandığından Mine Teyzemize ve hatta Z’ye telefonda akşam bisikletle birlikte dışarı çıkma sözünü iletmiş. Benim bu durumdan haberimin olmasının sebebi akşam başbaşa sinemaya gitmek için eşimi ayartmaya çalışmam. “Z’ye bisiklet sözüm var” deyince durum ortaya çıktı…
Bunda ne var diyeceksiniz… Bisikletin nerede olduğunun aydınlatılması maalesef akşamüstünü buluyor. Öğle saatlerinde Mine Teyze’siyle çocuk parkına gitmek için dışarı çıkan Z. bisikletini görüyor ve binmek için uğraşıyor. Hatta sonunda tutturuyor. Bisikleti arabada sanan Mine’nin ise Z’yi, onun başkasının bisikleti olduğuna ikna edebilmek için çok uğraşması gerekiyor. Z., ne yapıp etse de Mine’yi ikna edemiyor; muhtemelen kendisi de ikna olmamakla beraber (ki niye olsun) boyun eğmek zorunda kalıyor… Ve söylene söylene, arkasına baka baka bisikleti bırakıp parka gidiyor.
Bunları telefonda öğrenince sahne birebir gözümüzün önünde canlandı. Aslında Z. doğruyu söylüyordu ama ne yazık ki sadece 2,5 yaşındaydı. Başka zamanlar bisiklet parkındaki başka bisikletlere ve scooter’lara da sulandığından ve tabii ki bisikleti arabada sanıldığından ciddiye alınmamıştı…
Ve belki de hepimiz için bu hikayeden dersler çıkabilir değil mi?
(Durum açığa çıkar çıkmaz eve telefon edildi; herkes Z’den özrünü diledi, gönlünü aldı… :)
Bu aralar ağırlıkla “baba olmak” konusunda yazılar yazmaya başladığımı fark ettim… Özel bir sebebi yok hepsi arka arkaya denk gelmiş konular sanıyorum. Aslında yazılmayı bekleyen bir çok başlık var, bir yandan sırayla o listeyi eritmeye çalışıyorum ama bir yandan da günlük hayat devam ediyor ve yazacak birşeyler çıkıyor. Yazılacaklar bayatlamasın diye de becerebildiğimde sıcağı sıcağına yazıyorum…
Hafta sonu Ankara’daydık. Biraz iş, ama daha çok arkadaş ziyareti denilebilir. Dolayısıyla sevgililer gününü Ankara’da geçirdik. Bu arada sevgililer gününü kutlayan bir çift değiliz ancak cumartesi akşamı hem yeni tanıştığımız bir arkadaş hem de çok eski bir dostla birlikte bir cafede keyifli bir gece geçirdik. (Bu kadar detaya girmem ama bağlayacağım bir şekilde)
Gecenin güzel yanlarından biri kızımızın da tüm gün ve gece yanımızda olmasıydı. (Aslında bakılırsa gecenin kötü yanlarından biri de buydu çünkü ne kadar havadar, yüksek tavanlı bir mekanda soğuğu göze alarak kapıya en yakın masaya oturmuş olsak da ortamda sigara içiliyordu) Bütün gece son derece başarılı bir şekilde idare etti kızımız, son deree sakindi, karnı doyduktan sonra yerinde pek oturmasa da masamızın çevresinden çok ayrılmadan – ama elbette çemberi de gittikçe genişleterek – civar masaları ziyaret edip kendisine ilgi gösterilmesini sağladı.
Aynı yerde turalamaktan çok sıkıldığını hissettiğimde (ve ortam havasızlaşmaya başladığında) üstünü sıkı sıkı giydirip dışarı gezintiye çıkarttım kendisini. (Gelmek üzere olan bir arkadaşı da sokakta bekleyebilecektik böylece) Sanırım tüm Ankara’lılar biliyordur, Sakarya caddesi civarında ileri geri gezer olduk, (tam olarak koordinat vermek gerekirse Rumeli İşkembecisi’nin sokağında volta atıyorduk) kendisi hep kucakta durdu bu süre boyunca. Ellerinde güller olan, elele, sarmaş dolaş çiftlerin sayısında ciddi bir artış vardı, biz de kızımla gelip geçenleri seyrettik; biraz sohbet ettik… Bu arada sokakta hızlı adımlarla ilerleyen kalabalıkta tek tük yalnız insanlar da özellikle hızlı adımlarıyla dikkat çekiyorlardı.
Derken gençten bir adam (ki bana kalırsa 35’ten fazla göstermiyordu) yanımıza yaklaştı. Önce biraz uzağımızda durup bizi seyretti, bir şey diyecekmiş gibiydi ama doğru kelimeleri bulamıyormuş gibi bir hali vardı. Derken iyice yaklaştı… Gözlerini kucağımdaki kızımdan alamıyordu. “Üç tane oğlum var” dedi. “Ama kızım olmasını isterdim” Sonra gözleri doldu, “Boyları benim kadar” dedi “Sokakta görseler selam vermiyorlar bana” Sonra yeniden “bir kızım olsaydı” dedi, susuverdi. şaşırmış halde, durumu toparlamak adına, “daha geç değil ki kızın da olur yahu” dedim. Bu sırada o Z’nin elini tutuyor, bense bu yarı-sarhoş muhabbetinin gerginliğiyle inanılmaz bir şekilde tetikte, adamın sırtını sıvazlayarak “sıkma canını kızın da olur” diyerek bu ayaküstü sohbeti sonlansırmaya çalışıyordum. O ise “aynı kadından ölürüm de bir çocuk daha yapmam” diyerek hiddetlendi. “Tamam yahu ikinciden yaparsın” diyerek yatıştırmaya çalıştım… Yatıştı da… “Bak o olur” dedi. Tekrar sessizleşti, dolu gözlerle sevgiyle baktı kucağımdaki kıza. Usulca elini öptü, iyi geceler dileyerek hızla uzaklaştı…
© 2024 Baba Olmak
Theme by Anders Noren — Up ↑