Aslında bugün ile ilgili anlatacaklarım hazırdı kafamda… Daha doğrusu nerdeyse hazırdı. Bu akşam Z. ile birlikte eve gelince yemek yapacaktık; onun en sevdiği yemeklerden birini. Böylece hem yemek tarifi hem yemek anısı hem de en son yemek bahsi tamam olacak; Blog Fırtınası’nın 16.gün ödevi tamamlanmış olacaktı. Oysa evde yeşil mercimek kalmamıştı… Ve biz de akşam eve gelmedik zaten…
Z.’yi akşamüstleri gittiği sanat atölyesinden alırken daha (ki beş gündür görüşmüyoruz, pek özlemişiz birbirimiz) gidip bir alışveriş yapsak diye başladım. Ataşehir’in minik alışveriş merkezleri vardır bazı blokların arasında… Kamelya Çarşı, Botanik Çarşı, Mozaik Çarşı gibi… Benim hedefim bunlardan birine gidip bir taşla birkaç kuş vurmakken Z. diğer bir tanesini seçti. Seçim sebebi sadece trambolin olması değildi (benim gidelim dediğimde de vardı çünkü) Z’nin sevdiği pidecinin de orada olmasıydı.
Hal böyle olunca bu bir yemek yazısı değil, restoran öneri yazısına dönüştü. Ya da dönüşecek. Az daha bekleyin.
Z’nin favorisi sadece tür ya da kategori olarak pideci değil. İsmi de “Pideci” daha doğrusu eskiden PDC – Ataşehir diye geçiyordu. Bir süredir “Ataşehir Pideci“. Mönü olarak bildiğiniz pideci işte; pideleri gayet güzel, çeşit bol; pide istemeyenler için alternatifler var; tatlı olarak künefesi, evden çıkmaya üşenenler için evlere servisi var.,
Bahsedeceğim ise bunlardan hiçbiri değil. Güler yüzü de değil. Güleryüz bana kalırsa her türlü işletmenin zaten olmazsa olmazı olmalı. Bahsedeceğim şey, işletmenin çocuklarla olan ilişkisi; çocuklara olan ilgisi ve muhabbeti; özeni…
Pek çok defa gitmişizdir mekana; her seferinde sahibi tarafında büyük güler yüzle karşılanmışızdır; her seferinde Z’ye mutlaka özel olarak hal hatır sorulmuş muhabbet edilmiştir. Bugün de farklı olmadı. Geri dönüşümlü kağıttan mamul Amerikan servislerin arkasına resim yapabilmeleri için kalemlikler dolusu kuru boyalar duruyor bir kenarda. Yemek öncesinde ya da sonrasında tamamlanan resimler için tezgahın bir bölümünde bir sergi alanı durur hep. Bugün gördüm ki sergi alanı çok daha büyümüş. Öyle büyümüş ki mekanın sütun ve duvarlarını da çocukların resimleri doldurmaya başlamış.
Bugün gittiğimizde her zaman orada olan -Z yaşlarında iki çocuğu olduğunu bildiğimiz- garson yoktu. Fakat 10 dakika sonra üstünde ıslak motosiklet kıyafetleriyle kapıda göründü. Mekanın iki garsonu sırayla evlere servise gidip geliyorlar. Söz konusu garson daha motosiklet kıyafetlerini üzerinden çıkartırken yanımıza seğirtip “N’aber Z.?” diye soruverdi. Ayaküstü biraz muhabbet etti, bana da hoş geldiniz deyip işine koyuldu. Biz girdiğimizde bizim haricimizde tek bir masa varken (ki o masa da çocukluydu ve 5-6 yaşlarındaki oğlan masada resim yapıyordu) yarım saat içinde çocuklu beş masa olmuştu. Hepsinde bir kalemlik çocuklar keyifle resim yapıyor, kendi kalemliklerinde olmayan renkler için diğer masalardaki kalemliklere uğruyorlardı.
Pide fırının başındaki fırıncı usta dahil herkes çocuklara zaman zaman laf atıyor; resimlerini tamamlayıp tezgaha götürenler bir iki satır sohbetle karşılanıp resimleri bir yerlere asılıyordu. Yanı sıra gerek garsonlar gerek aşçı zaman zaman da ayarı, dozu doğru kestirilmiş şekilde “önce pideni bitir” “bak ayranın hala bitmemiş” gibi uyarılarda bulunuyorlardı.
Çocuklar herhangi bir konuda iler gittiklerinde ise ebeveynleriyle göz temasında kendilerini uyarmaktan da geri kalmıyorlardı. (Z’nin kasadaki şekerlere yemeği bitmeden yeltenmesi vb gibi durumlardan bahsediyorum)
Z’nin ayranı gelir gelmez, garson gidip piet getirdi. Z pipeti görür görmez “pembe istiyorum” diye direttiğinde ise; “pembe getirdim zaten” cevabını aldı. “Hayır o mor” cevabına ise garson gayet hazırlıklıydı. “Hayır bak bu mor” diye arkasından gerçekten de mor olan pipeti çıkardı. Aldığı cevap ise beni şaşırtsa da garsonu şaşırtmadı: “Tamam.. O zaman sarı istiyorum ben.” Sarı pipeti getirdiğinde garson bana “önceleri çok zor oldu ama sonunda onların dillerini konuşmaya başladım; bekliyordum böyle bir hamle” deyip gülümsedi. Onun da Z yaşlarında iki kızı olduğunu, Ataşehir’de bir ilkokula gittiklerini geçen sene Z’ye okul ararken yaptığımız bir sohbetten biliyordum.
Uzatmayayım; Z’nin amcası da bize katıldı yemek esnasında; biz onunla sohbet ederken Z, babasının restoranındaymışcasına rahattı (diğer çocuklar da farklı değillerdi) Bir ara böylesi bir mekanda yemek yemenin ne kadar keyifli ve rahatlatıcı olduğunu düşündüm. Ne yediğinden bağımsız… Üstelik de pideleri olsun mönüsündeki tüm kalemler gayet başarılıydı da. Dedim ya; samimiyet, ilgi alaka ve güleryüz; çocukların dilinden anlamak ve gerektiğinde biraz tolere etmek, ebeveyne de rahat hissettirmek. Çok zor olmasa da herkesin yapamadığı; yapanın büyük farklar yarattığı beceriler.
Ataşehir’de eskiden “Tansaş Çarşı” diye bilinen artık küçük Migros’un içinde olduğu; bir trambolin, bir Office 1 Store ve veteriner kliniğinin yanı sıra 278 tane kuaför barındıran Kamelya Çarşı’nın 1.katında: “Ataşehir Pideci” Eğer Ataşehir civarındaysanız bir gün uğrayın… Keyif alacağınıza eminim.
Bir cevap yazın