Bir varmış bir yokmuş… Blog yazdığında ve paylaştığında mutlu olan bir adam varmış. Sadece paylaşmıyor aynı zamanda kayıt altına alıyormuş. Bazen o kadar çok kayıt altına alacak şey oluyormuş ki, istediği şekilde; istediği düzende, sıradai kronolojide yazamadığında “bloglamaz” oluyor yazılacaklar listesi yapıp baş edemez halde büyük valit kaybediyormuş. Öyle ki istediği sırada postalayamadığı için yazılıp sırada bekleyen pek çok şey günyüzü, okuyucu gözü göremiyormuş…
Yeni bir ayın; Aralık 2013’ün başlaması ve yanında “Blog Fırtınası“nı getirmesi sebebiyle bu blog yazan adam gaza gelmiş; Blog Fırtınası’na katılmaya karar verip sırasına bakmadan hem bekleyen yazıları hem de yeni yazacaklarını her gün hiç aksatmadan paylaşmaya karar vermiş. Bir kenarından da başlamış:
* * *
Aslında bu yazıyı olayın olduğu gün yazacaktım ama bir nevi kendi kızımı ihbar sayılacağından kendimi tuttum. Öyleye ya sadece kızımı ihbar değil, kendimi de ihbar hem.
En baştan alalım o sabahı…
Z. sabah biraz zor uyandı ve pek çok sabah ilk olarak bahsettiği gibi yine yemek içmek konularına girdi. “Okula kuruyemiş götüreceğim ben bugün” dedi. Okula bir şey götürmenin yasak olduğunu hatırlattığımda da “gizlice götüreceğim zaten” dedi. Ben yasağı tekrar hatırlatınca ise okuldan sonra gittiği sanat kulübündeki arkadaşlarıyla anlaştıklarını evden bir şeyler götürüp gizlice yiyeceklerini anlattı.
Şimdi; her şeyden önce okul saatlerinde de çantasında duracak söz konusu fındık fıstık torbası. Dolayısıyla yakalanma riski büyük. Çocukların çantasında iletişim defteri diye bir deftercik gidiyor geliyor okula, öğretmen veli haberleşmesi için. Dedim ki defterini alırken öğretmenin görür; dedi ki görmez; biz kendimiz çıkarıp veriyoruz defterlerimizi. Dedim ki yakalanırsan üzülürsün ama; dedi ki yakalanmam biz plan yaptık gizli bir yerimiz var, saklanıp yiyeceğiz vb vb…
Öyle ki bir ara ben de ikna olup peki dedim; kabuksuz şeyler koyacağım; kabuklarla uğraşmayın bir de dedim. Kabuklu fıstık ya da antep fıstığı yerine fındık, ceviz ve dut kurusu koymaya bile başladım bir kilitli poşete. Sonra bir anda ben de kendime geldim; “ne yapıyorum??” deyip vaz geçtim.
O an sanırım zıpır baba yerine sorumlu baba yanım ağır bastı. (Bu sorumlu baba kafasını da ayrıca irdelemek lazım tabi orası ayrı) Bir şekilde ikna oldu Z. de. Daha doğrusu kısa bir süreliğine ben öyle sandım. Bu arada bu yemiş mücadelesi esnasında ikna olup hızlıca giyinip kahvaltı da etmişti.
Onun hazırlığı tamamlandığında ben de giyinmek için odama gittim. O sırada mutfak dolaplarının kapaklarının açıldığı kapandığı; bir takım hışırtılar duyuldu. Giyinip odamdan çıktığımda sokak kapsının önünde çantasını hızlıca kapatıp önüne geçti ve “bir şey yok” dedi… (Sormamıştım ki) Çıkmaya hazırdı… “Çantamı ben taşırım” diye de ekledi… Numaradan ısrar etsem de çantasını bana vermedi ve sımsıkı sarılıp ilerledi servisi beklediğimiz noktaya.
Servisi beklerken bir kaç minik atağım daha oldu. “İletişim defterinde bir şeye bakmam lazım bi’ alabilir miyim çantanı?” gibi denemelerimin hepsini savuşturdu ve göz göre göre çantasında fındık fıstıklarıyla okula gitmiş oldu.
O akşam bende de değildi ama telefonda konuştuğumuzda herhangi bir sıkıntı çıkmadığını öğrendim.
Böylelikle kontrollü bir yaramazlık yapmış olduk. Ben bir sorumlu baba olarak kuralları çiğnememiş oldum (uyanık baba) Z, istediğini kendi başına gerçekleştirmiş ve kendi çözümünü kendi üretmiş oldu. Özellikle onun için heyecanlı ve tatmin edici gizli kapaklı işler çevrilmiş oldu. Ben ne yaptığını biliyor olarak okuldan gelebilecek herhangi bir telefona karşı hazırlıklı olmanın yanı sıra annesine de mesaj atıp uyarmış oldum. (beni arasalardı ne yapardım emin değilim bu arada “Aaaa??? Gerçekten mi hiç haberim yok?” kapısı da açık kalmıştı ;)
Sonuç; birlikte gizli kapaklı işler çevirmek; kurallara azcık karşı gelmek onun kadar benim de hoşuma gidiyor galiba… (Minik ama keyifli çelişkiler diyelim)
Yukardaki olay Ekim 2013 başlarında oldu bu arada; sonrasında bu konuyla ilgili durum sarpa sardı, ama hadi o da başka bir yazının konusu olsun…
Bir cevap yazın