En sevdiğim mevsim mi? Çok klişe ama ilkbahar sanırım. Ne oldu? 4 Temmuz sebebiyle yaz dememi mi bekliyordunuz? Yok yok baharı seviyorum. Sonbahar biraz daha fazla hüzün çağrıştırdığından baharlardan ilkbaharı seçiyorum. Yoksa ikisini de seviyorum. Ne sıcak, ne soğuk, uzlaşmacı aylar bahar ayları. Benim gibi. Uzlaşmacı… Ve kızımın da pek çok zaman olduğu gibi: Uzlaşmacı…
Pek çok zaman dediğime bakmayın; aslında pek çok zaman değil. Çünkü inatçı bir anne babanın çocuğu Z. Sarı renkli ve inatçı… “Sarı damarı tuttu yine” dedirten cinsten. Ama dediğim gibi her zaman inatçı değil; inadı kırıldığında da muhtemelen babasının genlerinden geçtiği kadarıyla da uzlaşmacı. Enteresan şey şu DNA meselesi, kromozomlar, birilerine benzemek, sadece fiziksel şekilsel değil, huy filan olarak da… Çok acayip…
Ben daha hala okulun ilk gününü yazıp da yayınlayacağım; ilk veli toplantısı, ilk sınıf arkadaşı doğum günü partisi, ilk rehberlik görüşmesi… Hepsi geçti bu arada… Okuldaki ilk günü ne; asıl okul seçimiyle ilgili yazılabilecek pek çok yazı var hala kafamda. Blog fırtınası diye gaza geldik, yazıyoruz bakalım. Sadece blog fırtınası ile ilgili değil, başka yazılar da çıkıyor arada, eğer tahmin ettiğim gibi giderse işler belki de Babaolmak.com tarihinin en çok yazısı bu ay yazılmış olacak. (Ama bunu söylemek için erken bir yandan da…)
Efendim? En sevdiğim mevsimi mi yaşatacaktım size? En sevdiğim mevsimde, Z. arkamda bisiklete binişimizden bahsedebilirim. Üstelik öyle kırda bayırda bile değil, Ataşehir’in boş ve sakin sokaklarında, üzerine ağaç dallarının döküldüğü bisiklet yollarında. Gerçekten de şimdi artık Doğu Ataşehir denen taraf boydan boya bisiklet yoluyla çevrilidir, çok inişli çıkışlı olsa da her sokağa girer çıkar bisiklet yolları. Kaldırımdaki ağaçlar artık kocamanlar ve dalları sadece kaldırımların üzerine değil bisiklet yoluna da dökülür. Öyle ki bazı yerlerde başınızı eğerek filan da kurtulamazsınız, kaskınızı, hatta yüzünüzü yalar dallar. Özellikle de iyice eğilen söğüt dalları.
Güzel bir havada bu dalların arasından arkamda Z otururken geçtiğimi hatırlarım; onun keyiften şarkılar söylediğini, o şarkı söylerken benim yüzümde kocaman fiyonklar oluştuğunu… Öyle mutlu olur ki Z; yanından her geçtiğimiz yaya gülücükler dağıtır, el sallar. Bir yandan da “ohhh; oh babacım oooh” diye ünler… İlk seferinde “of” anlamıştım bunu; endişeyle kendisine sorduğumda “of değil oh diyorum, çok güzel çünkü” diye yanıtlamıştı. Üç buçuk yaşındaydı… Bisikletin arkasındaki çocuk koltuğuna sığacak boy ve kilodaydı… Mevsim ilkbahardı…
08 Ara 2013 at 19:13
ben de ilkbaharı tek geçerim; ama ikinci yarısını :) Bu arada Z'nin bisiklet arkası yolculuğunu anlattın ya; bizim Ada günleri geldi aklıma. Zeynep'in neredeyse babasının sırtına yapışıncaya kadar, bu koltuğa oturmaya inat edişi. Yokuş aşağı gitmelerdeki keyfi… Çok hızlı büyüdüler be Özgür… :)