Bir süredir kızımızda bir ergenliktir başgöstermişti. Gün içinde bir ters bir düz takılıyor, sabahları ilk kalktığında tam bir başbelası oluyor, canı istediğinde (veya istemediğinde) inanılmaz boyutlarda arıza çıkartabiliyordu.
İki yaşa ilk girdiğindeki “terrible two” vakasını kısa sürede atlattığımız için sevinmiştik ama herhalde ikinin sonunda doğru tekrar nüksetti bu başbelası durum diye düşünmeye başladık. Bu arada tersliği ve asabiyeti bazen o kadar parodi, o kadar komik noktalara varıyordu ki; karşısında ciddiyetimizi bozamasak da saklanıp da gülecek delik aradığımız oluyordu.
Derken bir kaç haftadır bu asabi durum yok oldu (daha doğrusu azaldı diyelim) ve oldukça rahatladık. Ta ki bu sabaha kadar…
Bu sabah, uyanmasıyla birlikte yataktan tersten kalktığı hemen belli oldu. Evden en önce çıkan annesine kök söktürerek başladı güne, ardından bakıcısı ve ardından da ben geldim. Odasında cam bir bardak kırarak başladı güne. (Asabiyet krizlerinde genelde eline geirdiği bir cam bardağı yere çarpmayı tercih ediyor) Her şeye bir itiraz bir tersleme modunda başlamıştı gün. Anne servise yine gecikerek çıktıktan sonra her gün yaşadığımız mücadelelerden birine geldi sıra:
Uyanıp yataktan kalktıktan sonraki ilk on dakikada tuvalete gidip oturup çişini yapmaya ikna olmazsa küçük hanım, bu inatlaşmanın sonu çok klasik bir kazayla bitiyor genelde. (Hepsi kaza değil, ciddi bir kısmı gayet bilerek ve isteyerek vukuu buluyor bu kaza(!)ların… Ama biz kaza diyerek görmezden eliyor, çok normal bir şeymiş gibi karşılıyoruz bu durumu – doktorumuzun tavsiyesiyle)
Bu sabah, Z uyandıktan yaklaşık bir saat sonra hala tuvalete gitmemişti. Hatta tuvalete gitmemek bir kenara salonun ortasında parkenin üzerinde yatıyordu. Elbette ki ikna olmadığı gibi her önüne geleni de terslemeye devam ediyordu. Böyle zamanlarda en favori ünlemi “Giiiiiit” oluyor. En son beni yanından “giiiit”lemiş, bir çok kişiye yaptığının aksine beni ev sınırlarının dışına değil “sen mutfağa giiiiit” diyerek yakınlarda bir yerde tutmayı tercih etmişti.
“Ne yaptığımı söylemiycem işteee” diye bağrınmaya başladığında olanları tahmin etmiştim. Zaten arkasından gelen, Mine Teyze’sinin “Söylemene gerek yok görünüyor ne yaptığın” demesiyle de ne olduğu anlamam iyice kolaylaşmıştı. Ama bu sefer de banyoya gitmemek için direniyordu küçük cadı. Hem de nasıl bir feryat figan bağırmakla… Bu bağrınması toplamda yaklaşık 45 dakika sürdü. Çok uzun bir ikna denemesinin ardından çakılıp kaldığı noktadan kımıldamayı reddettiğinden ve bakıcısı bile alıp götüremediğinden benim bir şekilde kapıp banyoya, duşakabinin içine götürmem gerekti. Bu tabi onu çok daha fazla sinirlendirdi. (Bağrışlarıyla banyonun nasıl çınladığını bir ben biliyorum) Banyodaki pijamalarını çıkarttırmaya çalışma denemeleri de işe yaramadı, en sonunda zorla altını çıkartabildiğimde nasıl olduysa sesi daha da artmıştı. (Oysa ben daha fazla ve yüksek bağıramaz diye düşünüyordum) Pijamasının üstünü çıkarttırmaya ikna edemediğimden çareyi kaza olmuş gibi yapıp pijamasının üstünü de ıslatmakta buldum. Ama nafile. Üstelik ben suyu açtıkça çok seri şekilde uzanıp suyu kapamasına da engel olamıyordum. Bu arada gerçekten de tüm bu bağrış çağrışın altında yaramazlık, inatçılık, çamurluk değil, başka bir sebebin olduğuna inandığımdan oalbilecek en ikna edici, en sakin ve alttan alan tavrımı da sürdürmeye devam ettim. (Ki hatırlatmak isterim hala sesinin en son raddesinde bağırmaya ve ağlamaya devam ediyor) En sonunda karambole getirip pijamaının üstünden de kurtuldum. Arkasından nasıl olduysa Mine Teyze’si biraz yıkayabildi ve temizlik işlemi sonlandı.
Ama bu sefer de sırada kurulama ve banyodan çıkma için ikna aşaması gelmişti. Duşakabinin kapılarını kapamış, sırtını fayanslara vermiş, şiş gözler, akan burun ve hala bağıran haliyle bir an çizgi film kahramanlarını andırdı bana. “Çıkmıycaaaaaam” diye böğürmesi oldukça uzun sürdü. Sonunda üşümesini engelleyebilmek için havluyla yanına dalıp sardığım gibi dışarı fırladım. (Ve sesinin daha da yükselebileceğini bir kere daha gördüm) Bir yandan da tüm bu süre boyunca “annesi olsa ne yapardı” diye düşünerek hareket etmeye çalışıyordum. Bu son kucaklayışımda da annesi olsa inatlaşmaz, sarılıp sakinleştirmeye çalışırdı diyerek ona sımsıkı sarıldım ve odasındaki koltuğa oturup kendime bastırdım. “Merak etme, giydirmeyeceğim seni, istemediğin hiçbir şeyi yapmayacağız, sakin ol bir tanem” diye mırıldanarak uzunca bir süre kendime bastırarak kollarımın arasında tuttum onu. Bir süre sonra en azından sesinin kesilmesine sebep oldu bu. (Tüm bu kargaşa esnasında iki alt katımızda oturan teyzesi de bir ara bize geldi ve “giiiiiit, istemiyorum seniiiii” çığrışlarında o da nasibini alıp geldiği hızda geri gitti.) Giydiremeyeceğimi ve ıslak ıslak üşüyeceğini bildiğimden “Hadi gel, bizim yatağa gidip yorganın altında saklanalım, Mine de bulamasın bizi” diyerek onu kendi yatağımızda yorganın altına bırakıp bir güzel örttüm. Yaklaşık 15 dakika hiç kımıldamadan yorganın altında yattı sessizce, nefesi yerine geldi, normalde sıkılıp yorganın altından çıkmaya çalışırdı ama hiç hareket etmedi ve bir şekilde sakinleşmeye başladı.
Üşümediğinden emin olduğumdan artık ben de rahattım. Bir ara odasına gidip kıyafetlerini getirdim. İlk bir iki denemem başarısız oldu. Hatta bir ara karambolde giydirdiklerimi üşenmeden yataktan çıkıp, yatağın yanında dikilerek çıkartmasına ve sonra yatağa geri yatmasına da karışmadım. Doğru zaman geldiğindeyse “Hadi gel artık kahvaltı edelim. Ben corn flakes yemeyi düşünüyorum, sen de yer misin” cümlesi yelkenleri suya indirmesine yetti. “Ama giyinip gelmen lazım” cümlesiyse artık son darbeydi. Gayet efendi bir şekilde çoraplarına kadar giyindi; 10 dakika sonra kocaman bir gülümsemeyle karşımda Nesfit yiyordu.
Bu arada tüm bu asabiyetin ve arızanın sebebi annesine ve bakıcısına göre hafta sonu onu bırakıp tatile gitmemizdi. Hatta Mine Teyze’sinden hafif yollu bir fırça bile yedim, bir daha bırakıp gitmeyin diye. Bana göreyse bu arızanın en buyuk sebebi yeni tanıştığı ishal ve ishalin vücudunda yarattığı rahatsızlık, tanımlayamadığı huzursuzluktu. Tüm asabiyetinin üzerine başına gelen kombine kazayla birlikte iş iyice çığırından çıkmıştı…
Sabah görevim sonlanmış halde huzur içinde evden çıkabilirdim. Yine kocaman bir gülümsemeyle yolcu etti beni. Anneye de haber verip kriz durumunun geçtiğini müjdeledim. Onun pazartesi sendromunu atlatmıştık, sırada kendiminki vardı…
Bir cevap yazın