Üzerinden tam bir hafta geçti ve güzelce vakit ayırıp yazmak istediğim için bir haftadır yazmayı beceremeyen ben, artık bu yazıyı yazmalıyım. Fena da bir zaman yaratmadım kendime. Evet… Z’nin hayatında ilk gittiği konser oldukça sağlam bir konser, konserden ziyade olabileceğinin nerdeyse en iyisinden bir şov oldu. Madonna’nın İstanbul Konseri, Z’nin hayatına pek çok ilk kattı.
En başa sarıp başlayacak olursak, Z’nin favori müzisyenleri çok uzun süre sadece kadınlar oldu. Hatta öyle ki bir ara erkek vokale tahammül bile edemiyordu. Sonunda yavaş yavaş kırıldı bu inat ama elbette favorileri baki kaldı. Madonna, Shakira, ZAZ, Sertab Erener, Yasemin Mori, Gökçe ilk sıralarda. Erkekler tarafında da Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok ve elbette ki zamanında, onun yaşındayken babasının da favorilerinden olan Barış Manço ve MFÖ.
Evde sürekli seyredilen 3 konser DVD’sinin başında Madonna’nın bir önceki turnesi “Sticky & Sweet” var. (Diğerleri Shakira ve tüm danslarına, koreografi,danslar ve konusuna hasta olduğu, İrlanda halk dansları ve “tap dans” efsanesi Michael Flatley’in “Feet on Flames”i (ismini bilse de Z’nin tercih ettiği isim “Tıkırdaklı Abi”))
Hal böyle olunca, Madonna’nın konseri kışın ilk duyurulduğunda çok heyecanlandık. Annesiyle birlikte biletlerimizi aldık. Z için bilet isteyip istemeyeceklerinden emin olamadığımız için risk alamayıp sonradan ona da bilet aldık. Üstelik ilk tercihimiz olan saha içinden aldık biletleri ve o günden sonra bu konuyu kapadık. (Hem sürpriz olsun istediğimizden hem de hafta ay yıl mefhumu yeni oluşan Z’nin nerdeyse 6 ay boyunca “ne kadar kaldı” sorularından kurtulmak için ;) Bu haber vermeme konusunu o kadar abarttık ki, sonunda söylememeye karar verdik. Konsere gidip de sahneye Madonna çıktığında ne yapacağını merak edip heyecanlanır olduk.
Konsere bir süre kala ona da bilet aldığımızı öğrenen ve hiç gerek olmadığını düşünen bir arkadaşıma bir teklifim oldu. “Gel” dedim. Z için bilet istemezlerse onun biletiyle sen gir, karşılığında da konserde senin omzunda oturur Z… (Uyanık baba örneği) Yok, bilet isterlerse, başının çaresine bakarsın…) (Konser ekibimizi böylece aktarmış oldum. Z, anne babası ve Emre Amca’sı)
Konser günü Z’ye öğleden sonra okulunda toplantı olduğunu (ki veli – psikolog görüşmemiz vardı okulda) sonrasında da onu alıp hep birlikte köprüyü geçip gezeceğimizi anlatmıştım. İlk kısım aynen planlandığı gibi gerçekleşti. Hatta daha da iyisi oldu, okuldan sonra Z köprüyü geçerken arabada uyudu. Bu da gece çok daha iyi bir performans göstereceğinin işaretiydi. Sonra her şey tıkırında işledi. Arabayı metroya yakın bir yere 4 Levent’e park etmeye karar vermiştim. Sabancı Center yakınlarında bir cafenin tam önünde yer bulunca yavruyu uyandırmaya da gerek kalmadı. O arabada uyurken biz de rahat rahat bekledik. Sonrasında Emre’nin de katılımıyla ekip tam oldu. Z’nin takarağı sonucu 4 Levent’te çorba arayıp sonunda içilebilecek çorba bulamayıp pizza’da karar kıldık. Bahsetmemin sebebi, Z’nin ilk kez bir pizzacıda pizza yapımını seyretmesi. Öyle ki büyülenmiş şekilde bir fast food pizzacıda nasıl bir süratle pizza yapıldığını ve fırının bir ucundan girip diğerinden pişmiş çıkışını seyretti.
Hemen sonrasında sırada bir ilk daha vardı. Metro! Z uzun zamandır metroyu merak ediyordu. Caillou Metroda isimli kitabı olduğundan ve Caillou babasıyla metroya bindiğinden ve biz de aynısını yapmak için sözleştiğimizden Z, metroya bineceğini öğrenince çok heyecanlandı. Üstelik bunu yapma sebebimizin “Galatasarayın stadına gitmek” olduğunu öğrenince gözleri faltaşı gibi açıldı ve heyecandan yerinde duramaz oldu. (Ayrı birkaç yazı konusu bu aslında. Z bir süredir takım tutmaya merak saldı –oysa annesi de babası da tutmaz takım- ve bu aralar koyu (?) bir Galatasaray taraftarı.)
Z’nin metrodaki hali görülmeye değerdi. Konserde saha içinde rahat edeceğini düşünüp kamp için aldığımız küçük şezlongunu da yanıma almıştım. (Daha neler almadım ki yanımıza aslında, piknik örütüsünden tutun, yağmurluklar, yedek kıyafet ve yedek ayakkabılar, konseri beklerken sıkılmayalım diye kitaplar vb) Şezlong her şeyden çok metroda işe yaradı. Tıklım tıkışık metro vagonunun içinde Z, insanlarım gülümsemeleri ve kendisini birbirlerine gösterişleri eşliğinde şezlongunu açıp oturuverdi. Keyfi çok yerindeydi.
Seyrantepe’de metrodan indikten sonra ayrık çevremizdeki herkes konsere gidiyor ve elbet konserden bahsediyorlardı. “Madonna” ismini duyacak diye en endişelendiğimiz kısım burası olsa da sıkıntı olmadı ve sonunda stada varıp pek çok güvenlik kontrolünden geçtik. Bunlardan birinde maalesef şezlongunu bırakmak zorunda kaldık. Çıkışta geri vereceğini söyleyerek güvenlik görevlilerinden biri Z’yi ikna etti. Stadın dıştan görünüşü bile Z’ye yetti bu arada…
Uzun bir yürüyüşün sonunda saha içine girdik. En azından benim, statta gördüğün en ufak çocuk sanırım Z’di. Stadın içi de Z’yi çok heyecanlandırdı. Bu arada çevreden kulağına çalınanları aslında gayet iyi kaydeden Z bir ara, bugün herhalde sadece maç yok aynı zamanda konser de var diye bir çıkarımda bulundu. Bunun üzerine maç olmadığını çimlerin üzerinin de kapalı olduğunu anlattım. Bunun amacının çimlere zarar gelmesini önlemek olduğundan bahsettiğimde ise yer kaplamalarının da çimlerin üzerinde olduğunu ve onların üzerine basarak da çimlerin ezilmesine sebep olduğumuz çıkarımı da geldi Z’den.
Sonraki bekleyişin çok uzaması biraz can sıksa da idare edilmez değildi. Kah yerde oturarak kah omuzlarda kah değişik oyunlar oynayarak yaklaşık 2 saati geçirdik. Bir ara yerde yağ satarım bal satarım bile oynadık. Yerde insanların arasında otururken bir ara ayakkabı beğenmece oynadılar annesiyle (elbette ki olabilecek en koket, şatafatlı ve topuklu ayakkabıları seçti Z) Bu bekleyiş esnasında Savaş Ay’ın ilgisini çekti Z en çok, kendisi defalarca gelip fotograf ve video çekti. (Bilmiyorum bir yerlerde yayımlandı mı)
Konserin gecikmesinin sebep olduğu alkışlara Z de katıldı ve “başlıyor mu?” diye heyecanlandı. Bir ara fonda Michael Jackson çaldığına dair bir sohbete kulak misafirliği yaptığından “Michael Flatley” mi seyredeceğiz diye sevindi. Öyle olmayışına bozuldu…
Sonunda ne mi oldu? Işıkların kapanmasıyla birlikte babasının omzunda yerini aldı. Çanlar, rahip kılığındaki dansçılar vb derken başlayan şov, müzik, yüksek ses ve ışıklar sebebiyle çok da bir şey anlamasa da kalabalığa katıldı, alkışladı, ritm tuttu… “Kim çıktı sahneye?” sorularımızı “bilmiyorum” diye cevapladı. Dev ekranlar olsa da çok rahat göremiyordu…”Sesini dinle” dediğimde de sonuç aynıydı. Bir ara sarışınlıktan olsa gerek “Michael Flatley’in yanındaki dansçı abla mı o?” diye de sordu. (Karşılaştırmak isteyen olursa Bernardette Flynn söz konusu dansçı esasen)
Dolayısıyla baktık tahminler sarpa sarıyor sahnedekinin Madonna olduğunu söyledik. Ama o zaten ses ve ışık gösterisi karşısında ağzı bir karış açık, uykusuzluğun da etkisiyle inceden uçmuştu biraz. (Bu arada normalde 21:30’da yatıyor, konser 22:15’de başlamasına rağmen uykuya bağlı arıza çıkmamasını yoldaki 1,5 saatlik öğle uykusuna borçluyuz.)
İkinci şarkı, “Gang Bang”de Madonna bir otel odasında odaya giren maskeli adamları tabancayla vuruyor şovunda. Z’nin konuyla ilgili ilk sorusu, “Madonna’nın odası ve yatağı mı o?” oldu… Sonrasında silahlar patlamaya başlayınca (ve her silah patladığında sahnenin içindeki dev ekrana kıpkırmızı kan ve ben diyeyim beyin parçaları siz deyin ketçap yayılıyordu) hem annesinin hem de benim suratımda sanırım “Biz bi halt yedik ama” ifadesi vardı sanırım. Z’nin ağzı açık seyredişini bölüp tüm olanların gösteri olduğunu, gerçek olmadığını, bir nevi oyun olduğunu anlattık.
Sen beş yıl boyunca televizyon dahi seyrettirme yavruya, her tür benzer dış etkenden kanın ve canın pahasına koru yavrucağı, sonra Madonna konseri gibi şiddet, din ve seks temalarının olabilecek en sert şekilde vurgulandığı 50.000 kişilik bir kalabalığın ortasında, omzunda taşı… Büyük çelişki…
Beş altı şarkının sonunda Z artık iyice uykusu gelmiş olarak omuzdan kucağa transfer oldu kendi isteğiyle. Bir yandan da seyretmeye devam etmek istiyordu aslında. Bir süre biraz daha geride idare ettikten sonra çıkış yapılan merdivenlerde biraz yukarılara çıkıp oturduk. Z de kucağımıza yattı. Önce yüzü içeri dönükken sahneyi görebilmek için dışa döndü, 1-2 şarkı sonra uyumuştu.
Merdivenlerde oturuyor olmak çıkış esnasında işimizi kolaylaştırsa da yine de uzun bir yürüyüş ve çıkışta turnikelerden geçme zorunluluğu oldukça yorucu oldu. Uyuyan Z kucakta olunca hele, turnike geçişini beklemek biraz işkence olsa da geceyarısından sonra Seyrantepe’den aktarmasız metro yolculuğuyla arabaya ulaşmak süper oldu. (Bu arada elbette ki şezlongu bir daha bulunamadı)
Ertesi sabah okul servisini özellikle kaçırdık. Ki Z, 10.00 civarında ve tam bir pamuk helva kıvamında son derece mutlu uyandı. Normalde okula gitmemeyi tercih etse de bu sefer tam tersi oldu ve “okula bırakılma isteği”ni dile getirdi. Okuldaki öğretmenlerine ve arkadaşlarına bir önceki geceyi anlatmak istiyordu. Özellikle de Galatasaraylı olanlara… Galatasaray’ın stadına gitmişti çünkü.
Hatta yolda, “bir kere de maç varken gidelim stada, maç seyredelim” de dedi.
Onu Madonna konseri’ne götürmek ondan çok bizi heyecanlandırdı sanıyorum. Muhtemelen konserden daha çok onu seyrettik. (onu omzumda taşırken bunu yapmam oldukça zor oldu evet) Sonuçta Z’nin kişisel tarihçesinde pek çok ilk’e sebep olan bir gece oldu. Tribün daha mantıklı olurmuş beş yaş bir çocukla ama yine de ciddi bir problem yaşamadık.
Madonna mı? Şov mu? “Çok iyiydi” demeye gerek var mı? ;)
01 Ağu 2012 at 07:24
hımmm, demek o yüzden Barış Galatasaray'ın stadını görmek istiyor:)