Ben her ne kadar zamanında duyuramamış olsam da (ki hangisini vakitli duyurdum ki) Babaolmak.com zaman zaman farklı basın organlarında gerek haber gerek röportaj olarak yer alıyor. Bunlardan biri de “Yolculuk” dergisinin Aralık 2011 sayısı. (Yolculuk dergisi Kamil Koç’un yayın organı, Kamil Koç’la Aralık ayında şehirlerarası yolculuk yapanlar dolayısıyla röportaja ve Z’ye (ve tabii ki bana) denk gelmiş olabilirler…

Röportajı yapan Deniz Yalım Kadıoğlu’nun da bloguyla tanışmış oldum bu vesileyle: Denize Sıfır… Yeri gelmişken tavsiye edeyim…

Yolculuk dergisini online olarak bulmanız ve okumanız mümkün. (Mesela TAM BURAYA tıklayabilirsiniz) Böylece röportajın girişini de okuyabilirsiniz. Röportajı online olarak yaptığımız için sorular ve cevaplarım elimde olduğundan ben de ciddi bir gecikmenin ardından buraya yapıştırıyorum röportajı:

Baba olacağınızı öğrendiğiniz anda ne hissettiniz? Blog tutma fikri sonradan mı gelişti?

Aslında hazırlıklıydık her ikimiz de. Zaten bir süredir çalışıyorduk, her ay yaklaşık aynı zamanda heyecanla “o haber”i bekliyorduk. 1999 yılından beri blog yazarlığı yapmakla beraber, duygularımı genelde bir yerlere yazan biri olarak hamilelik haberinin kesinleştiği 2006’daki o ilk akşam ilk refleksim yeni bir blog açıvermek oldu.

Hamilelik döneminde anne adayının yapması/yapmaması gerekenler, doğum nasıl olacak, doğum sonrası depresyonu gibi birçok konu gündeme geliyor. Peki bu sırada baba ne yapıyor? Kendini biraz da olsa dışlanmış, “olayın” dışında bırakılmış hissediyor mu?

Babadan babaya değişen bir şey sanırım bu ama benim gözlemimim “dahil olan” babaların gittikçe arttığı. Benim de Babaolmak.com’u kuruşum belki de böylesi bir dışarda kalma hissine karşı koyuştu.

Anne-baba adayları bazen en doğru yolu bulmaya çalışırken aşırı bilginin içinde kaybolabiliyor. Siz “iyi bir baba” olma konusunda kendinize nasıl bir yol çizdiniz?

Bir çok kaynaktan okumak, okuduklarımı süzgeçten geçirmek ama gereğinden fazla da kaptırmadan bilgi edinmeyi tercih ettim. Tüm hamilelik ve gelişim süreçleri çok benzer olsa da yine de en nihayetinde her bir bebek ve çocuk birbirinden tamamen farklı.

Z. ile birlikte günlük yaşamınızda, eski alışkanlıklarınızda neler değişti, neler eskisi gibi değil? Bunları zorunlu değişiklikler / güzel değişimler olarak ayırabilir misiniz?

Ebeveyn olmakla birlikte yaşamınızda nerdeyse her şey değişiyor. Eğer değişmiyorsa bir yerde bir hata var demek herhalde. Önemli olan bu değişikliğe adapte olabilmek. Bu değişiklikler ve yeni formatla barışık olabiliyorsanız sanırım hiçbiri zorunlu değişiklik olmayıp hepsi güzel değişimler haline geliyor.

Hemen her gün gazetelerde çocuk yaşta evlendirilmiş bir kızın, töre cinayetine kurban giden bir kadının, giyimi yüzünden şehrin ortasında tacize uğrayan genç kızların fotoğraflarını görüyoruz. Bir kız çocuk sahibi olmak bu tür olaylara bakışınızı, tepkinizi etkiledi mi? (Şöyle de diyebiliriz: Gündemdeki olaylara bakınca geleceğe dair duyduğunuz kaygılar baba olduktan sonra arttı mı…)

Baba olduktan sonra gündemdeki pek çok olayu ve gelişme beni yine daha önceki kadar kaygılandırsa da bir yerden sonra kendi adına değil, çocuğun ve onun geleceği adına kaygılanmaya başlıyorsun. Bir yanın klasik “nasıl bir dünyaya çocuk getirdim – getiriyorum?” derken diğer bir yanın “eğitimli ve mücadeleci bir kişi daha çok şey değiştirebilir diyor” Aslına bakılırsa her halükarda çok yaman bir çelişki ve büyük bir bencillik barındırıyor bu ebeveyn olma meselesi.

Montessori Okulu’ndan da biraz bahseder misiniz, böyle bir projeye nasıl dahil oldunuz? Okul şu anda ne durumda, velilerin ilgisi nasıl? Z.’de okul sistemine bağlı gelişmeleri gözlemleyebiliyor musunuz?

Montessori okulu açmak üzere bir veli inisiyatifinin kurulduğunu blogum Babaolmak.com sayesinde öğrendim. İnisiyatifin ilk üyeleri Babaolmak.com’un yakın takipçileriymiş aynı zamanda. Bizim de ilgileneceğimizi düşünerek tanışma toplantısına davet ettiler ve o ilk görüşmede biz de çekirdek ekibin bir parçası olduk. Eşimle toplantı sonrasını bekleyip de kritik etmek gibi bir ihtiyacımız dahi olmadı, toplantıda gözgöze gelmemiz yetmişti.

Veli inisiyatifi bir okul kurma girişimi (metodoloji ne olursa olsun) cengaver işi, hatta deli işi. “Madem mevcut olanı beğenmiyorsun, daha iyisini yap” derler ya, kimse de çıkıp da bir şey yapmaz, sistem aynı şekilde devam eder… İşte bu ezberi bozan bir birliktelik oldu bu. Pek çok farklı meslek ve yetkinlikten pek çon bilinçli ebeyveyn çocukları söz konusu olunca kişisel pek çok şeyi, egolarını bir yana koyup inanılmaz bir takım çalışması sergilediler.Yaz başında bir araya gelen bir avuç insan ekim başında -hiç sermayesiz- bir okul kurmayı başarmışlardı.
Montessori sistemi çok fazla bilinmese de bilinçli anne-babaların sıkı takibinde. Dolayısıyla okulumuz “Küçük Kara Balık”da gittikçe daha geniş bir kitle tarafından biliniyor. Ancak kontenjanımız çok kısıtlı ve büyümek üzere atılım yapmak artık büyük bir efor, ciddi bir enerji hatta yatırım ya da en azından bilinçli sponsorlar gerektiriyor. 30-35 kişilik bir okuldan bir sonraki adım 40-45 değil 60-70 kişilere ulaşmak olduğu için o kırılım oldukça iddialı. Destek arayışımız sürüyor.

Kızımızın gelişimi çok net şekilde izlenebiliyor elbette. Her şeyden önce okullu olması yepyeni bir sosyalliği beraberinde getirirken, Montessori gibi çocuğun bireyselliğini destekleyen bir sistemin ileriye yönelik çocuklara katttıkları yadsınamaz.

Babaolmak.com’a yazmaya başladığınızdan beri dört yıl geçti sanırım. Blog tutmak hayatınıza neler kattı?

Tam beş yıl oldu. Çok özel bir dönemi nerdeyse gün gün kayıt altına almış oldum. Pek çok yeni insanla tanıştım. Yüzeysel tanışıklıklar değil, ömür boyu sürecek dostluklar kurduğum insanlar çıktı karşıma. Sadece veli inisiyatifi montessori okuluyla tanışmış olmak bile tek başına çok büyük bir olay.

Başınızdan geçen bir olayı, olayla ilgili düşüncelerinizi “Gelecekte Z. de okuyacak…” düşüncesiyle farklı aktardığınız oluyor mu?

Mümkün olduğunca en doğal haliyle aktarmaya özen gösteriyorum her şeyi ama elbette pek çok özel şeyi ise gerçek bir deftere gerçek bir kalemle sadece kızıma özel olarak yazıyorum. Her ne kadar pek çok şeyi ortada yaşıyor gibi görünsem de; o kadar da değil.

Blog sayesinde Z.’nin büyümesini, her geçen gün değişen beğenilerini, kişiliğini görebiliyoruz. Peki gün gelir de Z. bu paylaşımlardan hoşlanmazsa?

Sanıyorum Z. ile ortak bir paydaya ulaşırız. Birbirimize en benzeyen karakter özelliklerimizden biri -şimdi bu konuyu düşünürken fark ediyorum ki- uzlaşmacı olmak. Ben de ona babasıyla ilgili her istediğini yazabileceği bir blog açarım sanıyorum. İlk gün kendi kendime verdiğim sözlerden biriydi bu. Öte yandan böyle bir rahatsızlık yönetilemez bir boyuta gelirse ya pek çok yabancı baba gibi blogun yayınını durdurur ya da iyice kişisellikten uzaklaşmasını sağlarım.

Ödüllü bir blog yazarı olarak, takip ettiğiniz bloglar ve diğer blog yazarlarına tavsiyeleriniz…

Google Reader’ım ve blog okuma için kullandığım “Feedly”de o kadar çok blog kayıtlı ki. Pek çok ilgi alanım ve pek çok favori blogum var. Zaman zaman öyle bir hal alıyor ki bu blog akışı, hiçbirini okuyamaz oluyorum uzun dönemler. Sanırım en çok gerçek dünyada da arkadaşım olan, birbirimizi artık yüzyüze tanıdığımız insanların bloglarını okuyorum.
Blog tutmaya yeni başlayan kişilere önerim, her şeyden önce neden blog tuttuklarına dair cevaplarının net olması. “Kim için?” ve “neden?” önemli sorular. Arkasından orijinal ve samimi içerik üretmek geliyor. En önemli hususlardan biri süreklilik ve tutarlılık. Açılıp da 3-5 yazı sonra terk edilmiş o kadar çöp blog var ki…