Month: Nisan 2009

Sabah Aşk, Akşam Aşk

Sinemasever biri olarak (Hoş, sinema ile ilgim sinamaseverlikle sınırlı değil) Fellini’yi de çok severim ve Babaolmak.com’a bir şeyler yazmayı uzun süre ertelediğimde ve sonra vakit bulup da yazmaya kalktığımda hep aynı sözleri gelir aklıma. “Ben filmi kafamda çekiyorum, herşeyi hayalimde canlandırıp baştan sona çektikten sonra asıl çekim aşaması tam bir ızdırap oluyor çünkü bu sefer  her şeyi tekrar ediyorum” der büyük usta. Ben de Babaolmak.com’a gün içinde birçok şey yazıyorum. Bazen gerçekleşmesinin hemen ardından yazdığım anılar oluyor, “Bunu Babaolmak.com’a yazayım” diye başlayan düşünceler, yazıyı satır satır yazıp kafamda bitirmemle son buluyor. Hele de yoğun bir dönemdeysem günlerce “blog başına” geçemeyip yazamadığımda o anı, o yazı yavaş yaval silikleşip yazmaya oturduğumda eski tadı vermez oluyor. Sanırım bunun en iyi çözümü günü gününe, vaktinde oturup bir şeyler yazmak. (“Kafada yazma, klavye başında yaz sadece” fikri ise çok ütopik. Bir şeyleri kafada yazmamak muhtemelen doğa kanunlarına çok aykırı)

Geçtiğimiz hafta çok yakın bir arkadaşımızın doğumu, gönüllü doğum fotoğrafçılığı, yoğun bir iş haftası, geceleri ofiste fazla mesai derken, aynı evin içinde olmamıza rağmen Z. ile yaklaşık 48 saat kadar görüşemedik. Böyle zamanlar haliyle özellikle babaya çok koyuyor ki anlatmaya başladım, velet tarafında da hissediliyor.

Bahsettiğim sürenin sonunda artık son gece kızımızın sabaha karşı mızıldanmasıyla kendisini kendi yatağımıza üçüncü olarak terfi ettirmek iyi bir çözüm oldu. Halen geceleri eli tutularak uyuduğundan baba – kız elele uyumak fırsatını yakaladığımız gibi sabah yatak keyfimizi de birlikte yapabildik. (Sabahları da ilk uyanışından sonra uykusu açılmadan eli tutulursa 45-50 dakika gibi keyif uykusu uyuyor küçük hanım) Üstüne uyanıp da beni yanında görünce gülümseyip biraz daha sokuldu. Sonra bir şekilde çıkıp üstüme yattı ki normalde yapmadığı bir şeydir. Zaman zaman yatarken göğsümün üstüne alsam bile 15 – 20 saniyeden fazla durmaz; bu sefer 3-4 dakika üzerimde yattı. (Bu, mutlaka başınıza gelmiştir, başınıza geldiyse de -anne veya baba- ne demek istediğimi ne hissettiğimi sanırım anlatmama gerek yok. Henüz bu duyguyu yaşmadıysanız da darısı başınıza diyeyim) Bu esnada, yatarken, bir eliyle de göğsüme hafif hafif vuruyordu. Kucağımıza aldığımızda da, eğer keyfi yerindeyse, omzumuza veya sırtımıza aynı hareketi yapıyor… Bebeklikten kalma gaz çıkarma hareketinin bri karşılığı gibi sanki, bir şekilde sevgisini bu şekilde gösterdiğini düşünüyoruz.

Sonra üzerimden kalkınca bir süre daha kocaman yatakta vakit geçirdik, boğuştuk, yuvarlandık, nefes nefese kaldık. En sonunda önüne düşmüş saçları gözünün önünden yukarı çekerken “ikimizin de saçları gözümüzün önüne geldi babayla” dedi ve yataktan indi. Her sabah olduğu gibi salona koşmasını beklerken yatağın cevresinde dolanıp benim tarafıma geldi ve “baba da kalksın” diyerek elimi tutup çekti… “Kitap okusun baba Zeynepe” diyerek çıktık yataktan. (O kısım da pek sarmaş dolaş ve sevişerek geçti tahmin edileceği gibi)

Sonrasında işe gitmek için evden çıkmış olsam da yoğun bir kaç günün arkasından eve vakitli gelip birlikte sahile gitme planı yaptığımdan akşamüstü de erken geldim eve. Bu sefer de annemizin iş yemeği olduğundan yine baba-kız kaldık ve atlayıp Caddebostan sahile yola çıktık. Yol uzun sürse de bir şekilde sohbet ederek (bu arada çevreyolunda arkasına bisiklet bağlanmış bir otomobil görüp “arabanın arkasına bisiklet yapıştırmışlar” diye göstermesini atlamamak lazım) Caddebostan’a vardık, kolayca park yeri bulduk ve kendimizi sahile attık. Ama o da ne… Sahildeki koskoca çocuk parkı yok olmuştu. Sadece salıncakların demir iskeletleri duruyordu. (Herhalde yaz için yenileyecekler diye safça içimizden geçirdik. – Aslında ben tek başıma geçirdim bunu içimden) şansımıza küselim, sahilde yürüyüp köpek sevelim bari dedik, sahilde yürüyüşümüz boyunca bir çok liseli genç kızın “saldırısına” uğradık, köpekler sevdik, “haydi çimenlerde yuvarlanalım” diyerek çimenlerde yuvarlandık (bunu da Z. tek başına yaptı) yaklaşık bir buçuk saati büyük keyifle geçirdik. Sonrasında bir banka oturup Mine Teyze’mizin yanımıza koyduğu akşam yemeğini (taze fasulye) silip süpürdük. Her ne kadar mama sandalyesi olmadan yemek yemek zor olsa da bankın önünde duran koca kaldırım taşının üstüne oturup yemek yeme fikri çok hoşuna gittiği için sorun yaşamadık. Sorun çıkmamasının bir sebebi de eve gitmek istememesi oldu. Ve buyuk bir hızla biten yemeğin üzerine hava iyice kararana kadar Burger King’in (maalesef leş gibi ve kirden yapış yapış) çocuk parkında takıldık. Sonra da istemeye istemeye arabaya bindik ve mızıldanarak eve vardık.

Z. tüm beklentimin aksine 30-35 dakikalık yol boyunca uykuya kah ayak sallayarak, kah konuşarak, emziğini sağa sola atarak ve el şaklatarak direndi. (Böylelikle uyku saati geçtiğinden kolaylıkla “arıza modu”na geçebiliyor.) Eve girip temizlendiğimizde çok uykulu ama yatakta yatay pozisyona geçirilmez haldeydi. Bu durum babasının da işine gelmiş olacak ki yine babasının yatağında birlikte yattılar. “Yatmayalım, daha gece olmadı” direnişi yaklaşık 1,5 dakika içinde yerini uykuya bıraktı ve birlikte uyuduk.

Her seferinde dediğim(iz) gibi bunu daha sık yapmalı diye içimden geçirsem de kimbilir böylesi bir kaçamak için fırsatımız bir daha ne zaman olacak. Biliyorum, biraz fazla kişisel bir yazı oldu ama yine de oldu. :)

Blog Ödülleri’nde Sona Doğru

Uzun zaman boyunca (nerdeyse üç hafta) bu konuyla ilgili yazıp veya yazmamayı düşünüp sonunda bir iki satır karalayayım dedim. Türkçe internet yayıncılığına inanan ve ekmeğini bu alanda kazanan biri olarak Türkçe içeriği desteklemek, özellikle içinde bulunduğum sektör göz önüne alındığında, önemli bir görev.

Ay başında “Blog Ödülleri Kayıtlarında Geri Sayım” başlığıyla Blog Ödülleri‘ni duyurmuştum. Sonrasında özellikle herhangi bir duyuru, tanıtım yapmadım. Ne finalistlerin belli olduğunu, ne finalistler arasında Babaolmak.com‘un da olduğunu ne de “Bana oy veriniz sevgili dostlar” türü bir yazıyı kaleme almadım.

Bir çok blog (daha doğrusu blog sahibi) “önemli olan yarışmak değil birinci olmak” tavrında olsa da beni tanıyanlarınız biliyordur; o tavırda değilim. “Önemli olan yarışmak” tavrında da değilim… :) Blog Ödülleri özelinde; yaklaşımım, böylesi genç bir organizasyonun mutlaka desteklenmsi gerektiği yönünde. Bu sektörün içinde olmama, yıllardır değişik konularda blog yazmama rağmen Blog Ödülleri sayesinde onlarca tadından yenmez blog tanıdım. Yanı sıra, zaten tanıdığım, tanıştığım birçok blogun finalistler arasında olduğunu gördüm; hem hoşlandım hem de kendi kendime gurur duydum. (Özellikle de Babaolmak.com’un da finalist olduğu aile kategorisindeki blogların en az yarısını tanıyor olmak, o bloglarla birlikte, birarada olmak çok hoşuma gitti… Bunun adının “yarışmak” olduğunu düşünmüyorum açıkçası)

Yarışmayı kazanmak adına türlü yollara başvuran blogları (özellikle hile hurda içeren yolları kastediyorum, yoksa eşe dosta mailing yapmak, ödül vaad etmek, yarışmaya katılımı arttıracak duyurular yapmak, bannerlar döndürmek filan, yarışma kurallarını ihlal etmiyorlarsa tamamen mübah mücadele yöntemleri) anlamıyor ve gülüp geçiyorum.

Kendi adıma, Blog Ödülleri sayesinde birçok kaliteli blog tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum. (Belli alanlarda son derece kalitesiz bulduğum finalistlerin de zaten zaman içinde blog dünyasından silineceğinden eminim) Babaolmak.com’un tüm okuyucularına da nacizane önerim, Blog Ödülleri’nin sitesine gidip kayıt olun ve tüm kategorilerdeki finalistleri gezin. Oy verin veya vermeyin önemli değil ama eminim ki adını sanını duymadığınız ama size çok hitap edecek bloglarla tanışacaksınız.

Bu tanışmayı organize eden Blog Ödülleri‘ne teşekkür eder, bu organizasyonun her sene daha da iyileşeceğinden emin olarak sadece Türk blog dünyası için değil; Türkçe internet yayıncılığı adına büyük bir işe imza atıldığının altını çizmek isterim.

Türkan Saylan’ı seviyor musunuz?

(Yıldırım Türker, Radikal, 20.04.2009)

Türkan Saylan’ın evindeki arama Ergenekon davasının orta yerine tahrip gücü benzersiz bir bomba olarak düştü.
Türkan Saylan, bu memleketin kıymetlilerindendir.
İlhan Selçuk gibi yanlış yatırımlarla geçen hayatının sağlamasını üzerimizde yapmaya kalkan sözde duayenlere benzemez.
Kimileriyle fikirdaşlığı vardır. Saylan da hayatı açıklarken laiklik konusundaki kaygılarını odak alır. Ama Ergenekon taifesinden çok ama çok önemli bir farkı vardır.
Türkan Saylan, inandıkları konusunda içtendir.
Her şeyden önce, şunca yıldır tanık olduğumuz serüveniyle bir insan, bir vatandaş olarak, aklının-ruhunun tartısı iyice sapıtmışlar dışında herkesin hayranlığını kazanmıştır.
Onun mesleğine ve insan sevgisine adanmışlığı, yoruma gelecek şey değildir. Açık ve malumdur.
Öte yandan Türk Emniyeti’nin hoyratlığı, yüce Türk Hukuku’nun siyasetle iç içeliği de bu memlekette yaşayanlar için açık ve malumdur.
Saylan’a reva görülen, milyonlarca insanı inciten muamele, söz konusu kurumların fevkalÇ¢de hassas ve kibar hallerini yansıtıyordu. Bunu da, iyimserlik gözlerimi kör etmemişse, biliyoruz inancındayım.

Bu memlekette kendisi, yakınları ya da tanıdıkları bu muamelenin kat kat be kat ağırına maruz kalmamış, işkenceden, keyfi gözaltından geçmemiş, hakarete uğramamış kimse yoktur.
Dolayısıyla hayatlarının ilk siyasileşme fırsatını Türkan Saylan’a yöneltilen kuşkuyla, onun polisle yüzleşmesiyle yakalamış olanların güvenlik kuvvetleri-hukuk uygulamalarına yönelik itirazlarının içtenliğine inanmak bana gerçekten imkÇ¢nsız geliyor.

İmkÇ¢nsız geliyor, çünkü yaşlı ve hasta bir insanın evinin aranmasını canavarca bulanların insanlık adına söz aldıklarına inanabilmek için onların misliyle beter uygulamalara maruz kalan başkaları için de ses yükseltmiş olmaları gerektiğine inanıyorum.

Continue reading

21. Ay Kontrolünün Ardından

Yaklaşık 10 gündür -maalesef- vakit ayırıp da yazamıyor(d)um. Dolayısıyla şimdi bu ayın en önemli konusunu yazmak durumundayım ilk olarak. (Önemli dedikse  kadar da değil yahu) Malum, 18. aydan itibaren üç ayda bir doktor kontrolüne gider olmuştuk. Dolayısıyla Ocak ayından sonraki ilk kontrolümüz bu ayın başındaydı ve heyecanla bekliyorduk. (Niyeyse)

Ay başında randevumuzu alıp doktorumuz Alev Fırat’a yollandık. Keyfimiz zaten yerindeydi. Z’nin herhangi bir doktor korkusu yok (aşılara rağmen) aksine enteresan bir sükunetle geçiriyor doktor kontrollerini. Ki artık eni konu laf dinler, komutlara uyar bir çocuk olduğundan çok da kolay geçiyor muayeneler. Özellikle stetoskopla vücudu dinlenirkenki hali görülmeye değer oluyor. Hafif bir şaşkınlık, hiç hareket etmeden duruşu ve doktorunu seyredişi…

Kilo artmış (hem de fazlaca), boy uzamış, kafa cevresi genişlemiş. Kilo 12,5 olmuş ve yaş – kilo eğrisinde şimdiye kadar bulunduğu kategoriden bir üst kategoriye çıkmış. Boy 86cm ile ciddi şekilde uzamış, kafa çevresi de 49cm. Bu veriler doktorumuzu pek memnun etti. (Ve evet, taşırken kilosu hissediliyor artık) İlk kez boyu yatarak değil ayakta ölçüldü, aynı şekilde ilk kez bebek baskülünde değil de ayakta durarak tartıldığı çocuk baskülüne terfi etti. Bu arada basküle “kaç kilooo” ismini takmıştı. “Kaç Kilooo”ya çıkıp güzel güzel tartıldı.

Bu arada doktorumuzun yanına ilk girdiğinde konuşmasıyla da şaşırttı kendisini. Muayene masasında otururken oradaki oyuncak kamyonlardan birini eline alıp salladıktan sonra birebir şu cümleyi söyledi: “Kamyonun içinde bir şeyler tangır  tungur ediyor” Hep böyle düzgün mü konuşuyor diyen doktorumuz kontrolün sonlarına doğru Z’nin yaklaşık 4 yaşındaki bir çocuk ayarında konuştuğunu, dil gelişiminin çok ilerde olduğunu söyledi. Bunun için özel bir şey yapmamış olsak da ağzımız kulaklarımızın civarına kadar uzadı elbette; koltuklarımız kabardı. :P Doktorumuza Z’nin birkaç hafta önce eşimle aynı anda eve geldiğimizde kızımızın mama sandalyesinde resim yapmaktayken başını yaptığı resimden bir an kaldırıp kurduğu cümleyi de aktardık: “Anne geldi, baba geldi, anneyle baba geldi, anneyle baba birlikte geldiler, hem anne hem de baba geldiiiii…” Yine muayene günü Z, kendi kendine “çünkü” bağlacına kafayı takmış kendi kendine değişik cümlelerde onun pratiğini yapıyordu. Bu aralar dil konusundaki en enteresan şeylerden biri, her gün yeni bağlaç ve benzeri kelimeleri öğrenip gün boyu farklı şekillerde tekrar ederek pekiştirmesi: Hem, daha, çünkü, zaten, bence, belki, galiba bunlardan bazıları.

Yemek konusunda çok ciddi gelişmeler var; artık gece sütünü içmemesi gerektiğini; bir yetişkin gibi akşam yemeğinden sabah kahvaltısına kadar bir şey yemeyecek duruma geldiğini öğrendik. 21.00 civarı yatıp sektirmeden 00.30 – 01.00 civarında süt içmeye alışmış olduğundan o günden beri sütü kesmeye çalışıyoruz. İlk günlerde çok umutluyduk ancak son birkaçgündür inada bindirdi bu konuyu ve sütünü içmeden sakinleşmiyor ve sabaha kadar sürekli olarak uyanıp süt istiyor. Aynı şekilde emzikle uyumaktan da vazgeçirilmesi gerekiyor. Yanı sıra süregiden bir diğer problemimiz de eli tutulmadan uyumuyor oluşu… :)

Bunun dışında artık “zıplayabilmesi” gerektiğini de öğrendik ve gördük ki zıplayamıyor. (Hiç böyle bir şey denemek gelmemişti aklımıza) Doktorun yanından çıktığımızdan beri zaman zaman denemeler yapıyoruz. Her ne kadar ayakları yerden kesilemese de bir haftanın sonunda artık yaylanıyor ve parmak uçlarına yükseliyor. :)

Doktorumuzla son olarak da sosyalleşmesi hakkında konuştuk. Kendi kendini çok rahatlıkla oyalayabilen bir çocuk olsa da artık daha sık arkadaşlarla bir araya gelmedinde fayda var. Önümüz yaz olduğundan bu sosyalleşme ihtiyacını çocuk parkında giderebileceğini sonrasında bir oyun grubu veya arkadaş grubunda evde sosyalleşebileceğinden konuştuk. Bu arada bu otun grupları konusunu da zaman zaman düşünüp araştırıyoruz, bir ara yazacağım.

Bir de Z’yi doktoruna şikayet ettik. (Ben ettim) Aylardır bir kere bile “doktor” ile korkutmadık veya “doktor” hatırlatmasıyla kendisine bir şey yaptırmaya, herhangi bir şeye ikna etmeye çalışmadık Z’yi. ( Doktor Teyze şöyle dedi; böyle dedi, Alev Hanım ne söylemişti… vb gibi.) Ancak doktora gitmeden bir kaç önce tam tersi gerçekleşti ve kendisi bizi ikna için doktorunu kullanmaya başladı. Pencerenin önüne çıkıp, camın önünde aakta durup dışarıya bakmak istedyip de bizden izin alamadığında “Alev çıksın dedi, Alev tırmansın dedi” gibi söylemlerle bizi ikna etme çalışıyor bu aralar. (Evet, korkutuyor bizi bazen)

Kontrolümüz özetle böyleydi. 21. ayı geride bıraktık; bir daha 24.ayda yani ikinci doğum gününde doktorunu göreceğiz (aşı da var)

(Bu arada kontrolden 3-4 gün sonra üşütme ve öksürük şikayetiyle tekrar doktorumuzu ziyaret ettik, yine çok efendi bir şekilde muayene geçirdik; antibiyotiğe gerek kalmadan şuruplarımızı aldık, durumu toparladık)

Blog Ödülleri Kayıtlarında Geri Sayım

bo_bannerİlk kez 2008 yılında düzenlenen Blog Ödülleri‘nde heyecan bu yıl da devam ediyor! 21 Mart’ta başlayan kayıt süreci 5 Nisan’da son bulacak. Dolayısıyla çabuk olmakta fayda var ;) Sadece internet kullanıcılarının vereceği oylar ile, kategorisindeki en iyi bloglar seçilecek. Yarışma, 2 Mayıs Cumartesi günü gerçekleştirilecek olan Blog Konferansı’nın ardından ödül töreni ile son bulacak.

Türkiye’de sayıları 1.5 milyonu bulan bloglar, güçlü ve sürekli güncellenen içerikleri ile sadece sosyal medyanın değil aynı zamanda interaktif pazarlama iletişiminin de en önemli öğelerinden biri haline geliyor Türk sosyal medyasının gelişimine ve bloglarda sürekli, kaliteli ve özgün içeriklerin artmasına katkıda bulunma amacıyla organize edilen Blog Ödülleri ile Türkiye’de internet sektörünün de ilerlemesine yardımcı olmak hedefleniyor.

Blogödülleri.com
Blog ödülleri Facebook grubu

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑