Category: Yazılar (page 15 of 17)

İlk kez baştan sona bir yılı arkanda bıraktın…

Ağız tadıyla bir “yılın ilk yazısı” yazmakla  istediğimden bir çok şeyi askıya almış bekliyorum. Ama bir yandan da ayın 8’i oldu, nerdeyse 9’u olacak bir türlü o istediğim “rahat” vakti bulup da istediklerimi yazamadım. şimdi bir uyanıklık yapıp bu yazıyı yazdıktan sonra 1 ocak 2009 tarihiyle kaydedeceğim. Ki aslında o günden beri her gün için 1-2 yazı yazacak kadar konu da var yazılacaklar listemde…

Kızım… Kuşum… Tatlım… İlk kez bir yılı bitirdin… İkinci yılbaşını geçirmiş olsan da baştan sona ilk kez bir yılı yaşadın. Biraz anladın biraz anlamadın… 18 aylık, 1.5 yaşında bir çocuk oldun… 2008’in özellikle ikinci yarısını gayet “bilinçli” geçirdin… Bu sene emekledin, yürüdün, konuşmaya başladın, her konuşulanı anlar, her derdini anlatabilir oldun. Biberonla beslenirken kaşıkla, üstelik bizimle aynı yemeklerle beslenmeye başladın, ardından eline kaşığı aldığında kendi kendine yemek yer oldun. (Üstüne de biraz obur oldun – babana benzedin)

Denize girdin, arkadaşlar edindin, gülmeyi, sevmeyi öğrendin… İstediğini yaptırmayı, gerekirse inat etmeyi, kızmayı öğrendin… Kendi aramızda konuşurken bundan rahatsız olduğunu belli ettin, ilgi istedin, sen de konuşmaya dahil olmadığın sürece konuşmamızı engelleyebileceğii gösterdin.

Arabada babayla yalnız yolculuk yapmakla kalmayıp “yol arkadaşlığı” yaptın, yol boyu sohbet ettin, gününün nasıl geçtiğini anlatmaya başladın, bir sürü aşı oldun, neredeyse hiç ağlamadın. En uykusuz veya en ateşli zamanlarında bile büyük arızalar çıkarmadın, en fazla her zamankinden daha sessiz ve durgun oldun. Dereceden korkmamayı hatta kendi kendine ateşini ölçmeyi öğrendin, elektronik derecenin sesini taklit etmeye başladın.

Ateşli geçirdiğin üç günün ardından aynı şekilde baban da 40 derece ateşlendiğinde onun üç gün önce ıslatıp senin başına tülbent koyması gibi sen de onun başına ıslak havlular getirdin, yatakta yanına tırmanıp içtiği çorbaya ekmek doğradın, üstüne bir de yataktan inip babanın ayaklarına terlik giydirmeye çalışıp “üşümesinnnn,üşümesinnn” dedin, babanın gözlerinin (yine) dolmasına sebep oldun…

Mama sandalyende kağıt ve kalemlerle boğuşmaya başladın, hınzırlıklar yapmayı, hınzırlık yaparken fark edilince kaçmayı hatta saklanmayı öğrendin. Kafan görünmediğinde veya sen bizi görmediğinde biz de seni göremiyoruz sandın (hala öyle) sık sık saklanıp bize sürprizler yapmaya başladın. Senden uzakta olduğumuzda ne zaman aklımıza gelirsen gülümsememize sebep oldun…
Masanın altına yetişmeyen boyun artık masayı geçti, bunun sonucunda masanın üstünde gördüklerine uzanır alır oldun, güvenlik önlemleri arttırılmaya başlandı. Sokak kapımızı açabilmeye başladın, ilk bir iki seferde bizim gözetimimizde dışarı bile kaçıp üst kata çıkmaya çalıştın. Adını öğrendin, bizim adlarımızı öğrendin, arada kullanmaya başladın… (Bu aralar baba demeyi de bıraktın “babişko” der oldun… “Sen kimin kızısın?” dedndiğinde “babişkonunnnn” dediğin için belki de eskiden sinir olsa da büyük keyif almaya başladı baban “babişko”dan )

Telefonu öğrendin, telefonla konuşulabildiğini fark ettin, televizyon konusunda hala kafan biraz karışık. (Biz de genelde sadece müzikli akvaryum gibi kullandığımız için olsa gerek) Bilgisayarı babanın “iş” için kullandığını öğrendin, ne zaman babanı bilgisayar başında görsen “işşş yapıyor” dedin, uzak durdun. Nerdeyse her gece annenin veya babanın elini tutarak uyudun çektiğimizde “elinnnn, elinnn” dedin; kendi yatağında ve el tutulmadan uyuma girişimlerinde hem senin inadın kazandı. Sen istediğide, sabaha karşı tam da istediğin gibi aramıza gelip uyudun. Kendi yatağında saatlerce debelenirken kafan bizim yatağa değdiği anda uyuduğun geceler oldu.

İlk cezalarını aldın, odana, yatağına yollandığın oldu. (Hoparlörün üstüne basıp televizyon sehpasına tırmanıp televizyonun yanına oturup ekrandaki balıkları yakalamaya çalışmaman gerektiğini öğrendin -  ya da biz öyle sanıyoruz)

Salıncağı, kaydırağı öğrendin; hastası oldun. Gündüzleri biz olmadan geçirmeye başladın, bizim geleceğimiz saatleri bilmeye, gözün kapıda beklemeye başladın, baban geciktiğinde “baba geç kaldı” dedin. Kapıda hangimizi görürsen gör yüzünde güller açtı, koşarak bacaklarımıza sarıldın, günün tüm yorgunluğunu,  sıkıntısını, stresini unutturdun, sabahları ise ayrılırken nerdeyse hiç problem çıkartmadın “camdan… camdan…” diyerek sadece el sallamakla yetindin.

Tanıdık veya yabancı herkesle çok barışık oldun, hep gülümsedin, çok kolay mutlu oldun, kolay kolay ağlamadın, ağladığında hep bir sebebi oldu, yanaklarından yuvarlanan yaşların her biri babanın içini acıttı, gözlerinin bu kadar kolay dolmasına kendisi bile şaşırır oldu.

Her sarılışın, başını omzuna her koyuşun babanı deli etti. (Ki sen galiba bunu fark etmeye de başladın) Ama her sıkıntında, canın acıdığında, korktuğunda eğer yakınındaysa anneyi tercih ettin, baban içinden her seferinde (hani babacı oluyordu kız çocukları diye geçirdiyse de 3-4 yıl daha sabretmesi gerekti söylendi – şimdilik beklemede) (Bu arada kıskandığı da sanılmasın)

Sayfalara, bloglara sığmayacak kadar çok şey öğrendin… Keşfettin, farkına vardın, kaptın, kullandın. Öğrendiğin, söylediğin, yaptığın her yeni şey bizi herşeyden çok heyecanlandırdı, heyecanlandırmaya devam ediyor. (Sanırım kaç yıl geçerse geçsin aynı şekilde de devam edecek)

2008’i bizim için inanılmaz bir yıl yaptın, fark et veya etme bundan sonrakileri de yapacaksın… Kızım… Kuşum… Tatlım… İlk kez bir koca yılı bitirdin…

İyi bir baba olabilmek

Hergün olmasa da haftada birkaç defa uğrayıp yazılarına bir göz attığım Savaş şakar’ın blogunda “İyi bir baba olabilmek” yazısına rastladım bugün. Tam olarak bir “baba olmak” yazısı… Dolayısıyla büyük bir hızla Babaolmak.com’a taşıdım

Eğer baba olmuşsanız ya da olacaksanız aklınıza şu soru ergeç takılacak: Ben çocuğum için nasıl bir fark yaratacağım?

2006 yılındada kızım Zeynep Eylül dünyaya gelmeden önce hem benim hem de eşimin kafasında onun için nasıl farklar yaratabileceğimizi konusunda fikirler uçuşuyordu.

İlk farklılığı bir espiri ile ben yaptım: Zeynep Eylül için bir email hesabı açtım ve bizi hastahanede ziyarete gelen ya da arayan herkese onun ağzından teşekkür mesajı ile fotoğraflarını gönderdim. Hatta eğer sizlerin de ona bir mesajınız varsa zeynepeylul@gmail.com ‘a gönderebilirsiniz. (Bu yazımda bu tipteki zihni sinir yaratıcılıklardan bahsetmeyeceğim, lütfen yanlış anlaşılmasın)

Diğer yaptığım ise şu oldu: Bir zeytinklik aldım ve tamamen elden geçirdim. Burada kayınpederimin ve onun komşularının çok yardımı oldu. Çeşitli ağaçlarla beraber toplam 370 ağaçlık 10 dönümlük bir yer yaptık. Artık kızımın kendisiyle yaşıt bir “ormanı” var. Hatta zeytinlerden gelecek üç beş kuruş onun üniversite yaşına kadar bakada birikecek ve okul parasını çıkaracak. Sonrasında 370 abisi hem ona, eğer onlara bakarsa çocuklarına ve hatta torunlarına bile harçlık vermeye deva medecekler. Hem ben yapılaşmadan 10 dönüm kurtardım hem kızımın ormanı oldu.

Öte yandan bir BABA nasıl fark yaratabilirdi? Bazı konularda kendime söz verdim ve bugün Zeynep 2 yaşına geldiğinde bunları yapmanın ne kadar doğru olduğuna bir kez daha inandım. Sizlerde aşağıdaki prensipleri bir köşenize asın ve kulağınıza küpe edin…

Yazının tamamını okumak için Savaş şakar’ın sitesine gidebilirsiniz (hatta gidiniz; yazı asıl burdan sonra… )

Saat 01.20…

Saat 01.20 salonda masaya oturmuş, arkam kapıya dönük bilgisayarıma gömülmüş çalışıyorum. Derken sırtımın yorgunluğunu azaltmak için arkama doğru yaslanıp gerindim. Bu sırada gözüm kapıya takılıyor, yaklaşık 1-2 saniye sonra bir hareket görür gibi oluyorum. O anda kapının yanındaki koltukla aynı hizada sarı saçlar beliriyor önce, çok ağır adımlarla, sarhoş gibi, yalpalayarak, nerdeyse kapıya çarparak ama son anda hakimiyeti de koruyarak içeri giriyorsun. Gözlerin açık mı kapalı mı anlaşılmıyor. Yalpalayarak ağır çekimde ilerlerken koltuğun kolunda durak minik oyuncak atı yine çok ağır hareketlerle alıp salonun ortasına doğru gözlerin nerdeyse kapalı ilerlemeye devam ediyorsun.

Dizlerimin üstünde halının ortasında çoktan seni beklemeye başlamışım, önüme kadar gelip tam önümde yere yığlır gibi oturuyorsun. Başın önüne düşüyor, elin halının üzerinde, parmakların açılıyor içindeki oyuncak at yuvarlanıyor yere. Seni alıp bacağımın üstüne oturtuyorum; yaslanıyorsun iyice bana, gözlerin kapalı. Atını avcuna koyduğumda gözlerini bir an için açıp televiyona bakarak bir şeyler söylüyorsun, yine başın önüne düşüyor.

Kollarımın arasında oturur pozisyondayken ayağa kalkıyorum, yatak odasına gidiyoruz, birlikte annenin yanına uzanıyoruz. Biraz kendine gelir gibi olup ordan oraya koyuyorsun başını, derken elini tutunca sakinleşip gözünü kapıyorsun. Nefesinin iyice ağırlaşması ve uykuya dalman on dakika kadar sürüyor. Ancak o zaman yanından kalkıp bilgisayarın başına geri dönüyorum…

Bu olay dün gece geldi başıma. 00.30 gibi rutin süt içme molasına uyanan kızımız geri uyumamakta direnince annesiyle birlikte bizim yatağa geçmişler. (O arada kulaklıkla müzik dinlemekte olduğumdan hiçbir şey duymadım, tek fark ettiğim eşimin artık salonda TV karşısında uyumadığıydı; herhalde yerine gitti diye düşünmüştüm ama sarışın böceğin sesiyle kalkıp uykulu halde baş edemeyip yanına almış) Bir süre sonra uyanan böcek kalkıp yataktan inanılmaz bir ağır çekimde yalpalayarak salona gelmiş… Onu ilk gördüğüm andaki halini; komikliğini ve o anın tadını ne yazıyla ne sözle anlatmam mümkün değil aslında ama yine de deneyeyim dedim.

1,5 Aylık Bir Mektup

24.12.2007

Babaolmak.com’a bir yazı yazıp, Flickr‘da birkaç fotografına bakıp bilgisayarı annene devrettim, mutfağa gidip kocaman bir bardak su içip anneni en kızdıracak şekilde bardağı ters çevirip bulaşıklığa geri koydum ve banyoya girmek yerine senin odana geldim. (Gelmeden önce de bizim yatak odasına uğrayıp annenin sana sayfalar yazdığı defteri aldım) (Defterin diğer başına yazıyorum bu satırları…)

Yatağının karşısındaki koltuktayım. Bir kolunu bu tarafa atmış olsan da arkan dönük bana. Sadece bir elin bu tarafta. Bir de kokun.

Büyüyotsun bebeğim. Her gün değişiyor, bizi inanılmaz heyecanlandıran yeni şeyler yapıyorsun. Her biri bir mucizeyle eş değer bizim için. Aylardır olduğu gibi gözümüzün tam içine bakıyor olsan da artık çok daha anlamlı, her seferinde bir şeyler anlatıyormuş gibi bakıyorsun. Herhangi bir durum karşısında mutluluğunu veya tepkini belli ediyorsun artık. Hatta sadece jest ve mimiklerinle değil sesinle de tepki vermeye başlıyorsun. Her bir güülüşün, anlamlı bakışın, ufacık kahkahaların içimizde kelebekler uçuşturuyor, heyecanlandırıyor bizi.

Sen muhtemelen pusetinden veya koltuğundan daha yüksekte olduğun için kucağımızda çok mutlu ve keyifliyken bizler artık ele geliyor olman, kucakta bedenine çok hakim olabilmen ve sana doyasıya sarılabildiğimiz için deli oluyoruz. (Ben şahsen mümkün olsa sürekli kucağımda taşıyabilirim seni. Özellikle de fazla ağırlaşmadığın, rahatça taşınabildiğin şu günlerde)

Tüm gün ağzım yarı açık fotografların arasında gezinebilir, fotograflarına bakarken şapşal şapşal gülümseyebilirim. Bu beşbuçuk ay ne kadar çabuk geçtiyse bundan sonrakilerin de böyle olacağını bilerek önümüzdeki hergün için heyecanlanıyor, sabırsızlanıyorum. Öte yandan da mantığım bugünler geri gelmeyecek, tadını çıkart diyor. Biliyorum bir sonraki göz kapatıp açışımda doğum günün, sonrakinde bilmiş bilmiş sohbetlerin, sonrakinde ilk yuvaya gidişin, daha sonrakinde okuma bayramın olacak…

Büyüyorsun bebeğim. Her gün, gözle görülür şekilde büyüyorsun.

“Baban”

Tam Bir Senedir Babayım

Tam bir senedir “baba”yım, kızımsa dört aylık. 11 Kasım 2006’ydı plastik bir çubuğun üzerindeki test sonucu beni “baba” yaptığında.

Yaşadığımız o ilk heyecan, mutluluk, o garip belirsizlik ve merak duygusu dün gibi. Kızım annesinin içinden ilk çıktığında, onu ilk gördüğümde nefes alamayışım da öyle…

Bugün “baba”lığımın birinci yılı bitti. Ömrümün sonuna kadar sahip olacağım bir sıfat, bir görev, sorumluluk, bir zevk, büyük keyif…
Continue reading

Older posts Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑