Category: Yazılar (page 14 of 17)

Bir Erkek Olarak Baba

Bu aralar listemde birikmiş bir sürü blog ve site var tanıtılmayı bekleyen… Hepis de birbirinden güzel siteler, o yüzden aceleye getirmek de istemiyorum… Öte yandan yeni keşfettiğim bir blog’da tam da “baba olmak” konusunu ilgilendiren bir yazıya denk geldim bugün… Sallamayayım, hemen bahsedeyim istedim…

Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği?” isimli blogun alt metni aynen şu: “Erkeklere harcadığım vakti ilime yatırsaydım, mutfak aletleriyle atomu parçalamıştım.” Dili ve içeriği oldukça hoşuma giden blogun sahibesinin babasıyla ilgili yazı –Bir Erkek Olarak Baba– şöyle başlıyor:

Açık diyeyim, ben babasına aşık kızlar ekolünden değilim. Babasından allah gibi korkanların yanından geçmediğim gibi, babasıyla kanlı bıçaklılardan olmadığım için may-be the force with me.

Ben babasıyla şarap içip felsefe, siyaset ve tercihan tarih konuşan kızlardanım; senede takribi 2 ila 3 kere. Benim kafamdaki baba figürü; Xhanos antik kentindeki Athena tapınağının sütun çapını bilen, lakin benim yaşımı bilmeyen adamdır. Ve ben o adamı severim.

Ve tamamını okumak için de tıklayıp kendi yerine gitmeniz gerekiyor… ;)

İşte O An

30 Ocak 2010 00.50; bilgisayar başında, gezindiğim sitelere, yazıştığım maillere dalmışken Z’nin ağlama sesiyle yerimden fırladım, salonda uyuyan Deniz uyanmadan, Z’nin uykusu açılmadan olay mahallinde soruna müdahale edilmeliydi. Uyurken fıldır fıldır dönen böcek (ki böcekliği de kalmadı) yatakta dikine dönmüş, muhtemelen rahatsız olup uyanmış ve bunu sesli hale dökmüştü. (Bu gece uyuma saatinde biz evde olmadığımızdan teyzesi uyuttu) “Kapa gözlerini babacım, ben burdayım” diyerek yere çömelip yattığı yerde başımı yanına koydum. Uyku mahmuru beni fark ettiğinde sesi birden kesildi, gözlerini kaparken yüzüne inanılmaz kocaman bir gülümseme yerleşti, yatakta kendini çevirip düzelirken üstünü örttüm tam o sırada yan döndü ve kolunu boynuma attı, yüzündeki gülümsemeyle tekrar uykuya daldı. (***İşte o an) Derken kaşları biraz çatıldı, çaktırmadan örtülen üstünü (daha doğrusu ayaklarını) açmak için battaniyesiyle boğuştu ve başarılı oldu. Durumu fırsat bilip yataktan doğruldum, eli kalktığım yerde beni aradı, bulamayınca gözlerini açtı… “Burdayım merak etme” diyerek geri yattım, yüzüne aynı kocaman gülümseme yerleşti ve kapattı gözlerini, nefesi tekrar ağırlaştıkça ağır ağır doğruldum ama eli yine yatakta gezinip bir parmağımı yakaladı… 3-4 dakika daha durdum, tekrar uykudaydı, parmağımı usulca çekip hızla odadan çıktım, son iki dakkadır içimde tuttuğum öksürüğümden kurtuldum, telefonumu alıp o anı fotoğrafladım (yukarda) ve işte o “an”ı yazmaya başladım…

***İşte o an: Daha bugün bir arkadaşımın “mutluluk” ile ilgili akademik bir anketini cevaplamıştım. Ve bu aralar eşe dosta iletiyorum anketi. İşte o an, mutluluğu düşündüm. Z.nin kolu boynumda, yüzümün 1-2 santim uzağında minik suratında kocaman bir gülümsemeyle uyurken her soluk alışında nefesinin kokusu tüm yüzümü yalayıp geçiyor. “Evet” dedim “Mutluluk işte böyle bir şey ve ben çok mutluyum…)

Sabah Aşk, Akşam Aşk

Sinemasever biri olarak (Hoş, sinema ile ilgim sinamaseverlikle sınırlı değil) Fellini’yi de çok severim ve Babaolmak.com’a bir şeyler yazmayı uzun süre ertelediğimde ve sonra vakit bulup da yazmaya kalktığımda hep aynı sözleri gelir aklıma. “Ben filmi kafamda çekiyorum, herşeyi hayalimde canlandırıp baştan sona çektikten sonra asıl çekim aşaması tam bir ızdırap oluyor çünkü bu sefer  her şeyi tekrar ediyorum” der büyük usta. Ben de Babaolmak.com’a gün içinde birçok şey yazıyorum. Bazen gerçekleşmesinin hemen ardından yazdığım anılar oluyor, “Bunu Babaolmak.com’a yazayım” diye başlayan düşünceler, yazıyı satır satır yazıp kafamda bitirmemle son buluyor. Hele de yoğun bir dönemdeysem günlerce “blog başına” geçemeyip yazamadığımda o anı, o yazı yavaş yaval silikleşip yazmaya oturduğumda eski tadı vermez oluyor. Sanırım bunun en iyi çözümü günü gününe, vaktinde oturup bir şeyler yazmak. (“Kafada yazma, klavye başında yaz sadece” fikri ise çok ütopik. Bir şeyleri kafada yazmamak muhtemelen doğa kanunlarına çok aykırı)

Geçtiğimiz hafta çok yakın bir arkadaşımızın doğumu, gönüllü doğum fotoğrafçılığı, yoğun bir iş haftası, geceleri ofiste fazla mesai derken, aynı evin içinde olmamıza rağmen Z. ile yaklaşık 48 saat kadar görüşemedik. Böyle zamanlar haliyle özellikle babaya çok koyuyor ki anlatmaya başladım, velet tarafında da hissediliyor.

Bahsettiğim sürenin sonunda artık son gece kızımızın sabaha karşı mızıldanmasıyla kendisini kendi yatağımıza üçüncü olarak terfi ettirmek iyi bir çözüm oldu. Halen geceleri eli tutularak uyuduğundan baba – kız elele uyumak fırsatını yakaladığımız gibi sabah yatak keyfimizi de birlikte yapabildik. (Sabahları da ilk uyanışından sonra uykusu açılmadan eli tutulursa 45-50 dakika gibi keyif uykusu uyuyor küçük hanım) Üstüne uyanıp da beni yanında görünce gülümseyip biraz daha sokuldu. Sonra bir şekilde çıkıp üstüme yattı ki normalde yapmadığı bir şeydir. Zaman zaman yatarken göğsümün üstüne alsam bile 15 – 20 saniyeden fazla durmaz; bu sefer 3-4 dakika üzerimde yattı. (Bu, mutlaka başınıza gelmiştir, başınıza geldiyse de -anne veya baba- ne demek istediğimi ne hissettiğimi sanırım anlatmama gerek yok. Henüz bu duyguyu yaşmadıysanız da darısı başınıza diyeyim) Bu esnada, yatarken, bir eliyle de göğsüme hafif hafif vuruyordu. Kucağımıza aldığımızda da, eğer keyfi yerindeyse, omzumuza veya sırtımıza aynı hareketi yapıyor… Bebeklikten kalma gaz çıkarma hareketinin bri karşılığı gibi sanki, bir şekilde sevgisini bu şekilde gösterdiğini düşünüyoruz.

Sonra üzerimden kalkınca bir süre daha kocaman yatakta vakit geçirdik, boğuştuk, yuvarlandık, nefes nefese kaldık. En sonunda önüne düşmüş saçları gözünün önünden yukarı çekerken “ikimizin de saçları gözümüzün önüne geldi babayla” dedi ve yataktan indi. Her sabah olduğu gibi salona koşmasını beklerken yatağın cevresinde dolanıp benim tarafıma geldi ve “baba da kalksın” diyerek elimi tutup çekti… “Kitap okusun baba Zeynepe” diyerek çıktık yataktan. (O kısım da pek sarmaş dolaş ve sevişerek geçti tahmin edileceği gibi)

Sonrasında işe gitmek için evden çıkmış olsam da yoğun bir kaç günün arkasından eve vakitli gelip birlikte sahile gitme planı yaptığımdan akşamüstü de erken geldim eve. Bu sefer de annemizin iş yemeği olduğundan yine baba-kız kaldık ve atlayıp Caddebostan sahile yola çıktık. Yol uzun sürse de bir şekilde sohbet ederek (bu arada çevreyolunda arkasına bisiklet bağlanmış bir otomobil görüp “arabanın arkasına bisiklet yapıştırmışlar” diye göstermesini atlamamak lazım) Caddebostan’a vardık, kolayca park yeri bulduk ve kendimizi sahile attık. Ama o da ne… Sahildeki koskoca çocuk parkı yok olmuştu. Sadece salıncakların demir iskeletleri duruyordu. (Herhalde yaz için yenileyecekler diye safça içimizden geçirdik. – Aslında ben tek başıma geçirdim bunu içimden) şansımıza küselim, sahilde yürüyüp köpek sevelim bari dedik, sahilde yürüyüşümüz boyunca bir çok liseli genç kızın “saldırısına” uğradık, köpekler sevdik, “haydi çimenlerde yuvarlanalım” diyerek çimenlerde yuvarlandık (bunu da Z. tek başına yaptı) yaklaşık bir buçuk saati büyük keyifle geçirdik. Sonrasında bir banka oturup Mine Teyze’mizin yanımıza koyduğu akşam yemeğini (taze fasulye) silip süpürdük. Her ne kadar mama sandalyesi olmadan yemek yemek zor olsa da bankın önünde duran koca kaldırım taşının üstüne oturup yemek yeme fikri çok hoşuna gittiği için sorun yaşamadık. Sorun çıkmamasının bir sebebi de eve gitmek istememesi oldu. Ve buyuk bir hızla biten yemeğin üzerine hava iyice kararana kadar Burger King’in (maalesef leş gibi ve kirden yapış yapış) çocuk parkında takıldık. Sonra da istemeye istemeye arabaya bindik ve mızıldanarak eve vardık.

Z. tüm beklentimin aksine 30-35 dakikalık yol boyunca uykuya kah ayak sallayarak, kah konuşarak, emziğini sağa sola atarak ve el şaklatarak direndi. (Böylelikle uyku saati geçtiğinden kolaylıkla “arıza modu”na geçebiliyor.) Eve girip temizlendiğimizde çok uykulu ama yatakta yatay pozisyona geçirilmez haldeydi. Bu durum babasının da işine gelmiş olacak ki yine babasının yatağında birlikte yattılar. “Yatmayalım, daha gece olmadı” direnişi yaklaşık 1,5 dakika içinde yerini uykuya bıraktı ve birlikte uyuduk.

Her seferinde dediğim(iz) gibi bunu daha sık yapmalı diye içimden geçirsem de kimbilir böylesi bir kaçamak için fırsatımız bir daha ne zaman olacak. Biliyorum, biraz fazla kişisel bir yazı oldu ama yine de oldu. :)

Bebeklik Döneminde Baba Olmak

IPC’den daha doğrusu en havalısından ingilizce adıyla bahsedecek olursak İstanbul Parenting Class‘tan, ilk açıldığında bahsetmiştim buralarda. (Linki de tam olarak buradaymış.)

IPC’nin yayınladığı makaleler arasında “baba olmak” veya “babalar”la ilgili olanların olduğunu öğrendim. (Durup duruken öğrenmedim; kendileri söyledi) “Babaolmak.com’a koymak istersen dükkan senin” gibi bir tavırlarının olduğunu da gördüğümden hiç zaman kaybetmeden hemen birini sizlerle paylaşayım istedim.

IPC’nin kurucularından Gelişim Uzmanı Psikolog Sinem Olcay imzalı yazıyı aynen kopyalayıp yapıştırıyor; ellerine sağlık diyorum.

Son yıllarda hem dünyada hem de ülkemizde babalık rolünde büyük değişiklikler olmaktadır. Birkaç kuşak önceki babalar, kendilerini ebeveynlik rolünde annenin yanındaki ikincil kişi olarak görüyorlardı. şimdilerde ise çocuklarının bakımında birincil rolü üstlenen pek çok baba bulunmaktadır.

Araştırmalar ne diyor?

Babaların bebek bakımına dahil olmasının etkisini inceleyen araştırmalar çocuk gelişimindeki kazanımlara işaret etmektedir. Örneğin, bebeklik döneminde babası ilgili olan çocukların, okul yaşlarında sadece IQ bakımından değil espri anlayışı, dikkat süresi ve öğrenme hevesi bakımından da avantajlı durumda olduğu bulunmuştur. Bu çalışmalar babanın çocukla vakit geçirmesinin çocuğun ufkunu genişlettiğini göstermektedir: çünkü babanın ilgili olduğu ailelerde çocuğun hayatında özdeşleşecek tek bir kişi yerine iki önemli yetişkin bulunmaktadır. Ayrıca bu çalışmalar, eğer baba ilgiliyse çocuğun arkasında hissettiği desteğin daha sürekli olduğunu göstermektedir. Hatta yapılan araştırmalardan biri, babanın ilgisinin ergenlik döneminde çocuğun kendi değerlerine daha kolay sahip çıkmasını sağladığını ve arkadaş baskısına direnme gücünü arttırdığını göstermiştir.

Babalar yeni işlerini öğrenebilmek için fırsat istiyor !!!

Pek çok baba, bebeğini hastanede ilk kez gördüğünde içinden taşan dalga şeklinde bir mutluluk ve coşku duygusu hissettiğini söylemektedir. Bu aşamadan sonra önemli olan şey, babalara bebekleriyle ilgilenebilmeleri için fırsat tanınmasıdır. Pek çok araştırma, yenidoğan döneminde bebeğin davranışlarını gözlemleme şansı verildiğinde babaların bebeklerini anlamaya daha hevesli ve bebeğin ağlamalarına daha duyarlı hale geldiğini göstermiştir. Bebekle vakit geçirme fırsatı yakalayan babalar, bebeğin davranışlarına çok daha hızlı şekilde cevap vermektedir. Ayrıca, bu babalar bebeğin ne zaman gazının çıkarılacağını, bebekle ne zaman konuşulacağını ve bebeğinin altının ne zaman değiştirileceğini kısa zamanda öğrenmektedir. Yani, yenidoğan döneminde bebeğin davranışsal ipuçları babayla paylaşıldığında baba, bebek için önemini daha iyi fark etmekte ve bunun sonucu olarak bebeğin kendine özgü “dilini” öğrenmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalar, “Erkekler bebeklere bakamazlar.” şeklindeki önyargıların doğru olmadığını göstermektedir. Erkeklerin ihtiyacı olan tek şey baba olarak yeni işlerini öğrenmelerine fırsat verilmesidir.

Emzirilen bir bebeğe babalık yapmak mümkün mü?

Bebek bakımını eşit şekilde paylaşmak isteyen yeni anne babaların sıklıkla sorduğu sorulardan biri şudur: “Eğer anne emziriyorsa baba besleme işini nasıl paylaşacak?”

Hastaneden eve dönülen ilk günden itibaren baba, annenin emzirirken rahat edebileceği doğru pozisyonu bulmasına yardımcı olarak ve beslenmeler için bebeği beşiğinden alıp anneye getirerek tüm aile için büyük bir fark yaratabilir. Annenin sütü bollaştıktan sonra ailelerin bebeği beslemek için emzirmeyle birlikte biberon kullanmaya başlaması önemlidir. Bu sayede, babanın besleme sürecine dahil olma şansı artar. Biberona geçmek için en doğru zaman, bebeğin emme konusundaki rolünü tamamen öğrenmesinden sonradır- emzirme uzmanları biberon ya da emziği tanıştırmadan önce 4 ya da 6 hafta kadar beklemeyi önermektedir. (İPC’de ailelerle yürüttüğümüz çalışmalardan, günde bir ya da iki besleme biberonla olacak şekilde bebeklerin 3-4 haftalıkken biberona rahatlıkla geçebildiğini ve anne memesiyle diğer memeleri karıştırma problemi yaşamadıklarını görmekteyiz. Bebek, anne memesinden beslenme konusunda iyice hevesli hale geldikten sonra biberona geçmek mantıklı gözükmektedir. Biberona geçişi bekletmek bazen sorun yaratabilir: bazı bebeklerin 4 haftadan sonra biberona ya da emziğe geçme konusunda zorlanma yaşadıklarını görmekteyiz.)

Babalar biberona anne sütü koyarak bebeklerini güvenle besleyebilirler. Eğer biberon baba tarafından günün sonunda ya da gece beslenmelerinden birinde veriliyorsa bu annenin fazlaca ihtiyaç duyduğu dinlenme ihtiyacını karşılayacaktır. Ayrıca, baba için bebeğiyle baş başa kalıp bebeğini tanıma şansı yakalamak çok keyif verici bir deneyimdir. Bebek bakımı konusunda rolü paylaşmak sadece babaya bebeğini daha iyi tanıma şansı vermekle kalmaz, kendisinin yardıma muhtaç, bağımlı, minik bir varlığa bakım veren bir kişiliğe nasıl dönüşebildiğini de daha iyi anlamasını sağlar.

Bebekler babalarını ne zaman tanır?

Bir bebek 2 haftalık olduğunda babasının sesini öğrenir ve bu sesi diğer erkek seslerinden ayırt edebilir. Dört haftalık olduğunda ise anneye, babaya ve yabancılara karşı öngörülebilir davranış farklılıkları gösterir. Bir bebeğin kiminle olduğunu görmeden, davranışlarını gözlemleyerek annesiyle mi, babasıyla mı yoksa bir yabancıyla mı iletişim kuruyor anlayabiliriz. Genelde babaylayken bebeklerin omuzları kabarır, yüzünde hevesli bir bekleyişin ve oyun isteğinin ifadesi olur- kaşları havadadır, ağzını açar, gözleri parlar. Babasının sesini uzaktan duyduğunda bile bu hevesli bakış fark edilir. Dört haftalıkken, babasından annesine göre daha heyecanlı bir ses tonuyla konuşmasını beklemeye başlar. Babanın görüntüsü uzaktan belirdiğinde bebeklerin kendine özgü beden dili â€œİşte buradasın! Hadi beni al!” der.

Sevgililer Gününde Baba Olmak

Bu aralar ağırlıkla “baba olmak” konusunda yazılar yazmaya başladığımı fark ettim… Özel bir sebebi yok hepsi arka arkaya denk gelmiş konular sanıyorum. Aslında yazılmayı bekleyen bir çok başlık var, bir yandan sırayla o listeyi eritmeye çalışıyorum ama bir yandan da günlük hayat devam ediyor ve yazacak birşeyler çıkıyor. Yazılacaklar bayatlamasın diye de becerebildiğimde sıcağı sıcağına yazıyorum…

Hafta sonu Ankara’daydık. Biraz iş, ama daha çok arkadaş ziyareti denilebilir. Dolayısıyla sevgililer gününü Ankara’da geçirdik. Bu arada sevgililer gününü kutlayan bir çift değiliz ancak cumartesi akşamı hem yeni tanıştığımız bir arkadaş hem de çok eski bir dostla birlikte bir cafede keyifli bir gece geçirdik. (Bu kadar detaya girmem ama bağlayacağım bir şekilde)

Gecenin güzel yanlarından biri kızımızın da tüm gün ve gece yanımızda olmasıydı. (Aslında bakılırsa gecenin kötü yanlarından biri de buydu çünkü ne kadar havadar, yüksek tavanlı bir mekanda soğuğu göze alarak kapıya en yakın masaya oturmuş olsak da ortamda sigara içiliyordu) Bütün gece son derece başarılı bir şekilde idare etti kızımız, son deree sakindi, karnı doyduktan sonra yerinde pek oturmasa da masamızın çevresinden çok ayrılmadan – ama elbette çemberi de gittikçe genişleterek – civar masaları ziyaret edip kendisine ilgi gösterilmesini sağladı.

Aynı yerde turalamaktan çok sıkıldığını hissettiğimde (ve ortam havasızlaşmaya başladığında) üstünü sıkı sıkı giydirip dışarı gezintiye çıkarttım kendisini. (Gelmek üzere olan bir arkadaşı da sokakta bekleyebilecektik böylece) Sanırım tüm Ankara’lılar biliyordur, Sakarya caddesi civarında ileri geri gezer olduk, (tam olarak koordinat vermek gerekirse Rumeli İşkembecisi’nin sokağında volta atıyorduk) kendisi hep kucakta durdu bu süre boyunca. Ellerinde güller olan, elele, sarmaş dolaş çiftlerin sayısında ciddi bir artış vardı, biz de kızımla gelip geçenleri seyrettik; biraz sohbet ettik… Bu arada sokakta hızlı adımlarla ilerleyen kalabalıkta tek tük yalnız insanlar da özellikle hızlı adımlarıyla dikkat çekiyorlardı.

Derken gençten bir adam (ki bana kalırsa 35’ten fazla göstermiyordu) yanımıza yaklaştı. Önce biraz uzağımızda durup bizi seyretti, bir şey diyecekmiş gibiydi ama doğru kelimeleri bulamıyormuş gibi bir hali vardı. Derken iyice yaklaştı… Gözlerini kucağımdaki kızımdan alamıyordu. “Üç tane oğlum var” dedi. “Ama kızım olmasını isterdim” Sonra gözleri doldu, “Boyları benim kadar” dedi “Sokakta görseler selam vermiyorlar bana” Sonra yeniden “bir kızım olsaydı” dedi, susuverdi. şaşırmış halde, durumu toparlamak adına, “daha geç değil ki kızın da olur yahu” dedim. Bu sırada o Z’nin elini tutuyor, bense bu yarı-sarhoş muhabbetinin gerginliğiyle inanılmaz bir şekilde tetikte, adamın sırtını sıvazlayarak “sıkma canını kızın da olur” diyerek bu ayaküstü sohbeti sonlansırmaya çalışıyordum. O ise “aynı kadından ölürüm de bir çocuk daha yapmam”  diyerek hiddetlendi. “Tamam yahu ikinciden yaparsın” diyerek yatıştırmaya çalıştım… Yatıştı da… “Bak o olur” dedi. Tekrar sessizleşti, dolu gözlerle sevgiyle baktı kucağımdaki kıza. Usulca elini öptü, iyi geceler dileyerek hızla uzaklaştı…

Continue reading

Older posts Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑